20 Mart 2017 Pazartesi

Gülşah Elikbank; Türkiye’nin fantastik üçleme yazan ilk kadın yazarı...



           Türkiye’nin fantastik üçleme yazan ilk kadın yazarı ve yine Türkiye’nin ilk edebiyat konseptli otelini İzmir’de açan Gülşah Elikbank ile yazarlık serüvenini konuştuk. Uzun yıllardan beri şiirler, öyküler, romanlar yazan yazarımız ile İzmir gibi muhteşem bir röportaj yaptık.





            Öncelikle sizinle söyleşi yapma fırsatı verdiğiniz için teşekkürler.
            Ne zaman şiir ve roman yazıp yazar olacağım dediniz? İlk yazınızın çıkış hikâyesi nasıl oluştu?
        Yazmaya başlamakla yayınlamak ne kadar ayrı ise, yazmak ile yazar olmaya karar vermek de o kadar ayrı aslında. Ben ilk şiirimi 8 yaşında yazmıştım. İlk öykümü yazdığımda 13 yaşındaydım. İlk roman ise 27. Hepsi de bambaşka konulara dairdi. Bir yazarı yola çıkaran şeyler yıllar içinde değişiyor mutlaka. Hiçbir zaman yazar olacağım, demedim galiba.

        Türkiye’nin fantastik üçleme yazan ilk kadın yazarlarındansınız. Fantastik tür ile edebiyata adım atmanızdan sonra çevrenizden ve okurlardan nasıl yorumlar geldi?
       İlk romanım Siyah Nefes çıktığında, bir inşaat ve turizm firmasında üst düzey yönetici olarak çalışıyordum İstanbul’da. Elbette kimse benden fantastik bir üçleme beklemiyordu. Bu türü özellikle seçmiş de değilim. Sadece yazdığım hikaye, kahramanlar, olaylar fantastik, mistik bir evrene ihtiyaç duyuyordu. 21 karakterli yeni bir dünya yarattım orada. Bize çok benzeyen ama bambaşka olan.

       Kelimeler nerede, ne zaman kalemin kâğıtta raks etmesini sağlıyor?
      Benim için her an, bazen uyurken bile. Uyanıp soluk soluğa not aldığımı çok bilirim. En güzel fikirlerim aklıma yürüyüş yaparken gelmiştir mesela.

     Aklınıza gelen fikirleri not alır mısınız?
Genelde. Ama not almasam da unutmam pek. Çünkü bir fikri epeyce kafamda tartarım. Geldiği gibi kalmaz yani.

     Hem büyüklere hem de çocuklara yönelik kitaplar yazmaktasınız. Hangisi daha keyif verici?  
     İkisi de ama çocuklarla söyleşi yapmaya bayılıyorum. Bunu itiraf etmem lazım. Onların yanında çok mutlu oluyorum. Çocukların dahi olduğuna yürekten inanıyorum.

     Çocuklara öyküler yazarken nasıl bir yol izliyorsunuz?    
     Bu türde eser vermek yani hakkıyla vermek; epey zor. Benim ilk çocuk romanım Medusa’nın Pusulası 2013 yılında çıktı. Onun devamını yazmam ise tam üç yılımı aldı. Çünkü o çocuksu bakış açısını bir türlü yakalayamadım. Ruh halim buna müsaade etmedi. İyi yazmadığıma inandığım anda dururum ben, tek satır yazmam o konuda.

     Kitaplarınızın çoğunluğu fantastik türde… Fantastik roman yazarken nelerden etkileniyorsunuz?
     Ben gerçeğe de biraz çarpık bakanlardanım. Yani tek bir gerçekliğe inanmıyorum. Mistik inançlarım da vardır. O yüzden yaşama biçimim zaten bu türe çok uygun.

    Aşkın Gölgesi bir anne-kız romanı. Arapça’ya çevrilerek birçok ülkede yayınlandı. Medusa’nın Pusulası, Makedonca’ya çevrildi. Kitaplarınızın farklı dillere çevrilip yayınlanması nasıl bir duygu?
     Evet, geçen haftalarda yurtdışındaki okurlardan çok güzel yorumlar da geldi romana dair. Bunun en güzel yanı, insana dair yazdığınız duygunun evrensel olduğunu size hissettirmesi. Bir de bizim işimiz insana, kalbe dokunmaktır, bunun coğrafyası yoktur.

      Son çıkan İhtimal adlı kitabınız ise aşk üzerine… Peki, sizce AŞK nedir?
       Bilsem, üzerine bu kadar roman yazmazdım. Aşk, bilinemeyendir.

     Memleketim olan Bodrum’da bir ara Kent Tv’de Kitapkolik isimli edebiyat üzerine bir program hazırlayıp sundunuz. Böyle bir program teklifi alsanız yine hazırlayıp sunar mısınız?
      Evet, aslında kafamda çok neşeli bir edebiyat programı var ama kanalların durumu ortada. Hangi çılgın bu işe yanaşır bilemiyorum. Ben İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunuyum. Kamera arkasını da önünü de severim.

     İzmir’de ülkemizin ilk edebiyat konseptli otelini açtınız. Bu fikir nasıl oluştu ve gelişti?
      Hayatım boyunca başardıklarım genelde mecburiyetlerimden beslenmiştir. Bu konseptin çıkışı da iki mesleğimin, yani edebiyat ve turizmin birleşmesi gerektiğini düşünürken ortaya çıktı. En güzel yanı, bu otelle Kültür ve Turizm Bakanlığından ödül almak oldu. İzmir’e de çok farklı bir değer kazandırmış olduk.

     İnsanların çoğu ‘hayatımı yazsam roman olur’ diye söyler. Sizce herkes kitap yazabilir mi? Yazmak bir yetenek midir?
      Elbette yetenektir ama belli teknikler öğretilebilir. Bir çıkış noktası bulunabilir. Sonrası tamamen kişiye ait. Ben de Mart ayında İstanbul’da fantastik evrenler yaratmayı anlatan bir atölye programında ders vereceği mesela.

     Okumayı sevdiğiniz Türk ve Dünya yazarları kimlerdir?
      Irvin Yalom, John Jowles, Ursula Le Guin, Neil Geiman, Oruç Aruoba, İnci Aral, Buket Uzuner, Murathan Mungan, Jane Austen, Sabahattin Ali ve daha birçokları.

     Yakın tarihte adını duyup okuduğunuz yazarlar kimlerdir?
     O kadar çok ki, saymaya kalksam birini unuturum diye korkarım.

     Benim bir de yemek kültür bloğum var. En sevdiğiniz yemek hangisidir?
     En sevdiğim yemek zeytinyağlı taze fasülye.

     Farklı kültürlere ait yemekleri sever misiniz?
     Ben biraz gelenekselciyim. Damak tadıma her ülke uymuyor maalesef.

     Yemek yapmak, yazı yazmak… Size nasıl duygular veriyor?
     Unutmak… İkisi de aynı kapıya çıkıyor sanki.

     Sevdiklerinize özel günlerde yaptığınız bir yemek tarifini bizimle paylaşır mısınız?
      Kızım çok sevdiği için tavuk sulu şehriye çorbası, fırında tavuk ve nohutlu pilav. Çok klasik. Biz geleneksel mutfaktan yanayız.

     Günümüzün gençliğine üç tavsiye verecek olsanız bunlar ne olurdu?   
      Hayal etsinler, o hayal için çalışsınlar ve o hayalin gerçek olamayacağını söyleyenlere gülüp geçsinler.

     Röportajı yapan siz olsaydınız, sorulmamış hangi soruyu kendinize sorardınız? Sorduğunuz soruya cevabınız ne olurdu?
     Kendime sorduğum sorulara yanıtlarımı romanlarımda veriyorum genelde. Yeni soru yeni roman demek.

        Değerli vaktinizi ayırıp sorularıma içtenlikle cevap verdiğiniz için tekrar teşekkür ederim.



        Lale Bollukcu

UNUT BENİ YEMEĞİ




En sevdiğim yemek ‘Unut Beni’ yemeğidir. Biraz zahmetli bir yemek olduğundan, ‘ beni  yılda bir kere ye, sonra unut ‘ dermiş yemek sana diyor sevgili yazarımız Zeliha Torun...

Vee bu muhteşem yemeğin tarifini de bizlere vermeden duramıyor...


UNUT BENİ
MALZEMELERİ :
1 su bardağı Nohut, 1 paket pirinç unu, 250 gr. çiğ köftelik kıyma, 1 çay bardağı katı yağ, 2 yemek kaşığı kadar biber ve domates salçası, yarım kilo kadar kuşbaşı et, karabiber, tuz, nane, çok az limon tuzu

UNUT BENİ
HAZIRLANIŞI 
Nohut ve et haşlanıyor.
Çiğ köftelik kıymamıza tuz, karabiber ve pirinç unumuzu da ekleyerek yoğuruyoruz. Nohuttan bir gıdım daha ufak olacak şekilde yuvarlıyoruz.
(Yılda bir denilmesinin sebebi bu minik yuvarlaklar )
Minnacık yuvarlak köftecikler yapıyoruz ve kaynamış suda haşlıyoruz.
Margarinimizi eritip, salçalarımızı ve nanemizi katıyoruz.
5 su  bardağı  kadar su ekleyip, limon tuzundan da azıcık atarak kaynamasını bekliyoruz.
Kaynayınca pişmiş olan nohut, et ve köftelerimizi ekliyor 20 dakika daha kaynatıyoruz.
Altını kapatınca da afiyetle yiyoruz...



15 Mart 2017 Çarşamba

Tek mesleğim yazarlık olacak... İlay Yüksel...

    
     Evlenip bambaşka hayatlara yelken açarken bile bu tatil rituelini hiç kaybetmemiş ailemle geçirdiğim en güzel zaman dilimini hatırlatan sokaktır “Balık Tutan Şaşı Kedi Sokağı”...
     Bende böylesine iz bırakmış bir sokağı, yine her satırı benden izler taşıyan romanımda yer vermek boynumun borcuydu adeta…

     İlerde tek mesleğinin yazarlık olmasını isteyen yazarımız İlay Yüksel ile yazarlık serüvenini konuştuk…




      Öncelikle sizinle söyleşi yapma fırsatı verdiğiniz için teşekkürler.
      İlay Yüksel kimdir? Bize kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz?
      1986 yılında Bursa’da doğdum. İlköğretim ve liseyi Bursa’da okuduktan sonra çok sevdiğim Eskişehir’de, Osmangazi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği bölümünü tamamlayarak mesleğime bir giriş yaptım. 2010 yılından bu yana Bilgi Teknolojileri sektöründe öncü firmalarda Proje Yönetimi yapıyorum. 2012 yılından bu yana evliyim ve İstanbul’da yaşıyorum. İşimden geri kalan zamanımda bolca kitap okumaktan ve ahşap ve dekoratif boyama yapmaktan keyif alıyorum.

       Balık Tutan Şaşı Kedi Sokağı’nda, sizin ilk kitabınız. Roman yazmaya sizi teşvik eden ne oldu?
       Kendimi bildim bileli yazıyorum, kendimi en iyi yazarak ifade edebildiğimi düşünüyorum. Okumayı öğrenip, bulduğum her şeyi okuduğum her dönemde, hep kendi öykülerim de oldu. Çocukluğumdan beri bu öyküler hep vardı. Bu öykülerin bazılarını yakınlarımla paylaşırken, bazılarının henüz uzun yolu olduğunu bildiğim için kendimde tutmayı tercih ediyordum. Her çağımda, dünya görüşüme, karakterime dair izler taşıyan bu hikâyeler benimle birlikte büyüdü ve geliştiler. Balık Tutan Şaşı Kedi Sokağı’nda, bunlar içinde hikâyesine en güvendiğimdi.

       Kitabınızın ismi memleketim olan Gümüşlük’teki bir sokağın ismi. Nereden aklınıza geldi bu ismi kullanmak? 
        Küçüklüğümden beri her yaz ailemle birlikte Bodrum’da tatil yaparız. Birbirine çok düşkün ailemle Bodrum’da her yıl uğramaktan vazgeçemediğimiz bir yerdir Gümüşlük. Tanınmaktan uzak, sakin bir köyken de Tavşan Adası’na beraber yürür, adaya ismini veren tavşanları görmeden dönmezdik. Daima evimizin bir üyesi olan kedilere olan ilgimiz sebebiyle, o eski tahta üzerine, beceriksizce yazılmış ve tüm güzelliği de buradan gelen sokak ismi “Balık Tutan Şaşı Kedi Sokağı”nı görür görmez bayılmıştık.
         Zaman içinde eskiyen “Balık Tutan Şaşı Kedi Sokağı” tabelasının yanında, her yıl fotoğraf çektirerek nasıl büyüdüğümüzü, yaş aldığımızı izlemek bile mümkündür. Yoğun bir iş temposuna hayatını teslim etmiş anne ve babamızla bir arada tatil yapmayı heyecanla bekleyen çocuklarken, şehir dışına okumak üzere yola çıkan çocuklardan; hatta evlenip bambaşka hayatlara yelken açarken bile bu tatil rituelini hiç kaybetmemiş ailemle geçirdiğim en güzel zaman dilimini hatırlatan sokaktır “Balık Tutan Şaşı Kedi Sokağı”. Bende böylesine iz bırakmış bir sokağı, yine her satırı benden izler taşıyan romanımda yer vermek boynumun borcuydu adeta…

        Kitabınızı yazarken nasıl hazırlıklar yaptınız? 
        “Balık Tutan Şaşı Kedi Sokağı’nda”nın konusu, kurgusu ve vurgu yapmak istediğim noktalar bir miktar hazırdı diyebilirim. Maalesef her zaman çok planlıyımdır, romanıma  oturmadan bu planı da kafamda haftalarca oturtmaya çalıştıktan sonra ilk satırımı yazmaya başladım. Kurguma güven duyup ilk sözcüklerime başlamadan önce eşime ve kız kardeşime haber verdim. Uzun soluklu bir romana başladığımı, yoğun iş temposundan kalan zamanın büyük kısmını buna ayıracağımı anlattım. Çok merak duyacaklarını bilmeme rağmen bitene dek tek bir bölüm bile okuyamayacakları konusunda onları ikna ettim. Kafamdaki kurguya yalnızca kendim yön vermek istiyordum, onlar da en yakınlarım olarak bu konuda bana eşsiz bir destek sağladılar.

          Kitabı yazarken en yoğun şekilde, Türkiye’de korunmaya muhtaç çocuklar için neler yapıldığına, neler yapılabileceğine ve konunun Dünya’daki örneklerine dair araştırmalar yaptım. Ailesinden herhangi bir sebeple ayrı düşmüş çocuklar her zaman en hassas olduğum konu olmuştur. Tüm önyargıma rağmen bu çocukların bir aileye kavuşturulması ya da en azından yaşadıkları kurumlarda bağlılık duygusunu tadabilecekleri kişilerle bir araya gelebildikleri örnekler de olduğunu görünce bunun yaygınlaşması için romanımda bu konuyu elimden geldiğince işlemek istedim. Hele bir de çocuk sevgisini tüm hücrelerinde yaşamasına rağmen çocuk sahibi olamayan ebeveyn adayları da olduğunu düşünürsek, iki tarafın bir araya getirilmesini kolaylaştıracak kurum ve kişilerle ilgili bir hayalimi anlatma şansı verdi bana “Balık Tutan Şaşı Kedi Sokağı’nda”. Bu sayede öğrendiklerim ve insanlara ulaştırdığım bilgiler için bile “İyi ki” diyorum, yolum bu sokağa düşmüş…


          Kelimeler nerede, ne zaman kalemin kâğıtta raks etmesini sağlıyor?
           Bizler gibi, gecesi gündüzü olmayan, mesaisi bitmeyen Bilgi Teknolojileri sektöründe çalışan kişiler için vazgeçilmez olan hobilerini icra etmek çoğu zaman zor olabiliyor. Hele bir de sözcükler, siz her hazır olduğunuzda hazır şekilde sizi beklemiyorsa… Hemen her akşam, bilgisayarımı açıp, o gün yazıya dökmeyi planladığım bölüm kafamda hazır bile olsa tek satır yazamadığım günler  oldu, oluyor. Diğer taraftan kurguda ilerlemekte güçlük çektiğim bir gün, ilk sözcüğü yazmakla birlikte çevreden tamamen soyutlanıp saatlerce kalkamadan öykünün bir karakteri olup gerçek hayata dönemeden yazdığım da çok oldu. Bu sırrı çözmek için çok uğraştım, sonunda kelimelerin çoğu zaman, farklı mekânlarda saklandıkları yerlerden çıkıverdiklerini keşfettim. Bunun sonucunda, “Balık Tutan Şaşı Kedi Sokağı’nda” boyunca hemen her hafta sonu bilgisayarımı aldığım gibi sokaklara çıktım. Bazen denizi görüp, kokusunu duyabildiğim yerlerde, bazen sımsıcak ambiyansı ile ev sahipliği yapan Kadıköy – Moda kafelerinin açılmasıyla  başlayıp, son misafirleriyle birlikte noktayı koyduğum oldu. Hikâyeme mekânlar kadar, beni ben yapmış, müzik zevkimi oluşturmuş şarkılar da yön verdi. Bir kısmını romanımda da kullandığım bu parçalar sizin de tabirinizle sözcüklerin kâğıtta raks etmesini kolaylaştırdılar.

           Yazı yazmak sizin için ne ifade ediyor?
           Yazmak, kendimi daha iyi ifade etmeme ve yine kendimi daha iyi tanımama yardımcı oluyor. Bu sayede eksiklerimi görüyor, kendimi geliştirme fırsatı bulabiliyorum. Hayatın akışında karşılaştığım pek çok kritik ana ve olaya verdiğim tepkileri yazdığımda bir kez daha düşünme şansım oluyor. Sıcağı sıcağına verdiğim tepki ve öncesinde karşılaştığım olay bir kez daha önümde olduğundan hep kendi tarafımdan bakmamış oluyorum; satırlar bana üçüncü bir kişiymişçesine yön verebiliyor.

          Ayrıca hayata dair görüşlerimi, önemsediğim sosyal mesajları hikâyeler içerisinde insanlarla paylaşmayı çok daha etkin buluyorum. Ancak hepsinden önce bana çok iyi geldiği için ve daima ihtiyaç duyduğum için yazıyorum ve yazdıklarımın insanlara ulaşmasıyla birlikte, yazarlığın bana açtığı yenidünyaların, yeni insanların ve bu insanların hayal güçlerinin bana çok iyi geldiğini hissediyorum.

          Okumayı sevdiğiniz Türk ve Dünya yazarları kimlerdir?
          Öncelikle tür olarak elimden geldiğince yoğun bir yelpazede okumaya çalışıyorum. Türk yazarlar arasında her kitabını ayrı bir keyifle okuduğum yazarlar; Oğuz Atay, Zülfü Livaneli, Erdal Öz, Can Dündar, Aziz Nesin, Ayfer Tunç, Ahmet Ümit, Ayşe Kulin ve Nihal Yeğinobalı’dır. Yabancı yazarlar arasında ise vazgeçilmezlerim; Stefan Zweig, Jose Mauro  De Vascencelos, Bulgakov, Ayn Rand, Jodi Picoult, Jean Christopher Grange, Tolkien, Kosinski, Patrick Süskind, Paulo Coelho ve Astrid Lindgren’dir.

             Yakın tarihte adını duyup okuduğunuz yazarlar kimlerdir?
              Yakın zamanda adını duyup kitaplarını çok sevdiğim yazarlar arasında ilk sırada Günay Gafur geliyor. Kendisi Türkiye’de polisiye alanında bana kalırsa en başarılılar arasında sayılmaya aday bir kaleme sahip. Ayrıca yine benim bu yıl kitaplarıyla tanışma fırsatı bulduğum Sezgin Kaymaz’ın satırlarını çok samimi, içten buluyorum.

           Benim bir de yemek kültür bloğum var. Yemek yapmak ve yemek yemek ile aranız nasıl?
           Maalesef yaşamak için yiyenlerdenim. Önce annem sonra da eşim iştahsızlığımla uğraşıp durmuştur. Ne uğruna bir şeyler feda edebileceğim ne de asla ağzıma sürmem diyeceğim bir yemek sayamıyorum. Ancak tatlı ve çikolataya zaafım var, özellikle tatlılar konusunda geleneksel hamurlu tatlılarımızdan, Dünya’nın her yanında ünlenen sütlü, kremalı tüm tatlıları ayrı ayrı seviyorum. Bu anlamda farklı tatlar denemekten hatta mümkünse kendim yapmaktan keyif alıyorum 


          Farklı kültürlere ait yemekleri sever misiniz?
           Kesinlikle, yeni lezzetler denemekten çok büyük keyif duyuyorum. Özellikle İtalyan mutfağını damak tadıma en yakın mutfaklar arasına koyabilirim. İtalya’nın sabahtan öğlene dek tatlı kruvasan hamuru kokan sokaklarının, havanın kararmasıyla birlikte pizza hamuru kokmasından çok keyif almıştım. Diğer taraftan tatlı tutkumu göz önünde bulundurduğumda Fransa’nın tatlı mutfağını çok cezbedici buluyorum, oralarda her güne pain au chocolate ve kahveyle başlamak benim için ayrı bir tutku olurdu… Çok acı olmaması şartıyla Meksika yemeklerini çok seviyorum, Çin yemekleri konusunda da yeniliklere oldukça açığımdır. Ne var ki deneyimlediğim tüm mutfakları sayarken, maalesef hiç biri Gaziantep’te katmerimin gelmesini beklerken duyduğum heyecanla eş olamaz… Mutfağımızın gerçekten zenginlik konusunda eşsiz olduğunu düşünüyorum.

           Yemek yapmak yazı yazmak… İçinizde hangi duyguların esmesine neden oluyor?
          Yemek yapmak ve yazı yazmanın, her ikisinin de bir şeyler yaratarak, kendiniz dışındakilerin beğenisine sunmak anlamına geldiği için nihayetinde birbiriyle benzeşen eylemler olduğunu düşünüyorum. Yemek yapmak, farklı tatlar deneyimlemek açısından ellerime bu özgürlüğü verirken; aynı şekilde yazı yazmak da kendimi ifade edebildiğim en özgür alan diye düşünüyorum. Açıkçası yemek yapmaktan daha çok yazı yazmaya ihtiyaç duyduğumu söyleyebilirim. Herhangi bir konuda yazdığımda gerçekten ne düşündüğümü kendim görebiliyorum ve bunu en sağlıklı şekilde ortaya koyabildiğimi hissediyorum. Yazdığımda; daha mutlu, daha umutlu ve tamamlanmış hissediyorum…

         Sevdiklerinize özel günlerde yaptığınız bir yemek tarifini bizimle paylaşır mısınız?
       Özel günlerde, babamın memleketi olan Balıkesir’de yapılan “Tavuklu Mantı” yapmayı tercih ediyorum. Tavuklu mantıyı yapmak hem kolay olduğu için hem de göze ve mideye gerçekten hitap ettiği için vazgeçilmezlerimden biridir. 
      Tavuklu mantı için, nohutlar haşlanırken aynı zamanda tam bir tavuk haşlanıp parça parça didiklenir.          Öncesinde hazırlanmış ve fırınlanmış, içi boş mantılar; haşlanmış nohut taneleri ve tavuk parçaları bir arada tavuk suyunda pişmeye bırakılır. 
       Mantıların sıcak suda yumuşaması ile birlikte bu tavuk suyuna tereyağ ve salça eklenir. 
      Tercihe göre sarımsaklı ya da sarımsaksız yogurt ile servis edilir. Henüz denemediyseniz kesinlikle tavsiye ederim.

         Gelecek ile ilgili projelerinizden söz eder misiniz?
          İlerde tek mesleğimin yazarlık olmasını, tüm vaktimi araştırarak ve bunları satırlara dökerek; yeni hikâyeler ve karakterlerle tanıdığım, tanımadığım insanların dünyasına girebilmeyi tüm kalbimle istiyorum. Tüm enerjimi buna harcayarak durmadan üretmeye devam etmek istiyorum. Tabiî ki en öncelikli planım oğlumu sağlıkla kucağıma almak ve onun için olabildiğim kadar kusursuz bir anne olmayı öğrenmek… Sanırım en eşsiz ve kutsal projem bu olacak.

          Röportajı yapan siz olsaydınız, sorulmamış hangi soruyu kendinize sorardınız? Sorduğunuz soruya cevabınız ne olurdu?

          Sanırım bana sunmuş olduğunuz bu fırsatı en iyi şekilde değerlendirerek, ulaşma şansına erişeceğim kişilere ne gibi bir mesaj vermek istediğimi sorardım… Bu vesileyle gerçekten bunu çok değerli bir fırsat olarak görüyor ve size bu keyifli röportaj için çok teşekkür ediyorum. Soruya geri dönersek, bu soruyu bana sormuş olsaydınız cevabım da şu olurdu; röportajımızın ana konusu “yazmak” olsa da, bana  kalırsa dünyanın en değerli eylemi; “okumak”. Bıkmadan, usanmadan kitap okuyun; yeni zihinlere yolculuk edebilmek, kendinizi tanıyabilmek, içinizde gizlenmiş potansiyeli görebilmek, daima kendi kararlarınızı verebilmek, bu dünyada durduğunuz yerin hakkını verebilmek için sonsuza dek okuyun…

          Röportaj teklifimi kabul edip içtenlikle cevapladığınız için teşekkür ederim.

           Lale Bollukcu


“Aşıksan hep o dansın pistindesin” Filiz Uçar...



Flu benim ilk gözağrım… Nisan 2016’da cıktı ve raflarda yerini aldı. Ama yazmaya başlayalı çok oldu. Ödüller, dereceler derken baktım ki yazmayı alışkanlık haline getirmişim çoktan… Ödül kimin umrunda 🙂


“Kalem benim vazgeçilmez tek dostumdur” diyen yazarımız Filiz Uçar ile edebiyat ve yazma sevdası üzerine harika bir röportaj yaptık…





Öncelikle sizinle söyleşi yapma fırsatı verdiğiniz için teşekkürler.
Filiz Uçar kimdir? Bize kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz?
İlginize ben teşekkür ederim Lale Hanım. Filiz tam babasının kızı…  Erzincan suyu içmiş, Aydın’da büyümüş, kağıt kalem aşığı bir kadın… Türkü söyler, bağlama çalar, resim yapar… 10 yıllık da öğretmen… Sınıf öğretmeniyim ama alan değiştirdim ve 7 yıldır özel okullarda özel eğitim öğretmenliği yapıyorum. Yani zihinsel engelliler sınıf öğretmenliği… Mutluyum. İçimdeki beşyüz Filiz’in en enerjik grubu bu alanda boy gösteriyor   Çocuklar bunu mecbur kılıyor zaten 

Flu, sizin ilk kitabınız. Yazı yazmaya sizi teşvik eden ne oldu?
Evet! Flu benim ilk gözağrım… Nisan 2016’da cıktı ve raflarda yerini aldı. Ama yazmaya başlayalı çok oldu. Ödüller, dereceler derken baktım ki yazmayı alışkanlık haline getirmişim çoktan… Ödül kimin umrunda  Ortaokul döneminde başladı kalem sevdam. Cidden sevda… Bazen banyoda bir peçetede bile iki satır yazıya denk gelirsiniz evimde. Dudak kalemiyle yazılmış ya da göz   Anı, saati yok yazmanın. O rüzgâr esmeyedursun, savrulmamanız mümkün değil… Ama aslolan şu ki, daha o dönemde beni yazmaya iten şey aslında arkadaşsızlığımdı. Kimseyi arkadaşlığın  vücuda gelmiş hâli olarak bulamıyordum hayatımda. Konuşup görüştüğüm insanlara kapalıydım belki de, bilmiyorum. Kalem benim vazgeçilmez tek dostumdur hâlâ…

Kitabınızda şiirlerinizde var. Sizce şiir nedir? 
Şiir aşktır, şiir savaştır. Öfkedir, nefrettir, ruhtur… Çaydan rakıya, güneşten borana, aktan karaya herşeydir şiir, insandır… Onsuz da olmuyor kalem. Parçalamak mı istiyorsun atomu, al şiir! Kavuşmak, sevişmek mi, al! Öyle öyle yaşamamış mı bütün şairler hayallerini…

Çalışırken bir anda şiir yazma isteği duyuyor musunuz?
Hmm.. Hayır. Meşgulken ya da birileriyle bir aradayken bunu hiç duymadım ben. Ya ağlarken, ya çok aşka gelmişken, ya soğukta üşürken… Ya aşka boğulmuşken… Şiir o zaman gelir bana…

Kelimeler nerede, ne zaman kalemin kâğıtta raks etmesini sağlıyor?
Açıkçası aşıksan hep o dansın pistindesin… Kalem bir kolundan tutmuş, kağıt bir yanından… Gel yazma! Aşkı çok yoğun hissedip hele de kırgınsan ya da hasretle doluysan o dans edilecek! Yok kurtuluşun…

Yazı yazmak sizin için ne ifade ediyor?
Kimliğimi herkesin avuçlarına bırakmış gibi oluyorum… Ben’i sunuyorum aslında yazdıklarımla… Ve doğrusu yazdıkça güzelleştiğimi hissediyorum. Her kelimeyle büyüyorum biraz daha. Üstelik hiç yaşlanmadan   Ölümsüzleşiyorsunuz düşünsenize…

Okumayı sevdiğiniz Türk ve Dünya yazarları kimlerdir?
Sabahattin Ali benim gözbebeğimdir. Nazım Hikmet ve Turgut Uyar hayranlığım da bakidir. Ve fikir olarak çok zıt olduğum Necip Fazıl da büyük aşklarımdan biri… Anlatımına doyulmaz bir ustaddır. Yabancı yazarlardan Emile Zola’yı çok seviyorum. Onun sadeliği cidden çok etkilemiştir her kitabında beni.

Yakın tarihte adını duyup okuduğunuz yazarlar kimlerdir?
En son Sevgili Umut Kumral Devecioğlu beni çok etkilemişti. Öyle samimi bir anlatımı var ki… Bitmesin istediğim bir kitaptı Bizi Yarın Saklar… Çok başarılı buluyorum ve daha da başarılı olacağına eminim arkadaşımın. Yolu açık olsun dilerim.

Benim bir de yemek kültür bloğum var. Yemek yapmak ve yemek yemek ile aranız nasıl?
Yemekle de yapmakla da harika! Uzun zamandır mutfağa girmiyorum açıkçası ama etli yaprak dolmam iyidir:) Yeme konusunda Ege’de büyüdüğüm için zeytinyağlı hastasıyım. Et yemeklerini pek sevmem ben.

Farklı kültürlere ait yemekleri sever misiniz?
Yok  Farklılık sevdiğim bir şey değil maalesef yemek konusunda. Değişik şeyler yaparım ama değişik şeyler yemem  Klasiğe bağlı  biriyim...

Yemek yapmak yazı yazmak… İçinizde hangi duyguların esmesine neden oluyor?
İkisi de doyuruyor adamı işte   İkisi de olmazsa olmaz cidden.  İkisinde de sofrayı hazırlıyor misafirlerinize “buyrun” diyorsunuz ve bazen tek konuğunuz kendiniz oluyorsunuz. En güzeli en özeli de bu... 

Sevdiklerinize özel günlerde yaptığınız bir yemek tarifini bizimle paylaşır mısınız?
Öyle özel bir tarifim yok ama hoş bir sebze salatamı  paylaşayım. 
Brokoli, brüksel lahanası, karnabahar ve büyük doğranmış  havuçlarınızı haşlayın. 
İçine defne yaprağı da atın mutlaka. 
Süzüp zeytinyağı ve limonla soslayın. 
Taze naneyi unutmayın... 

Gelecek ile ilgili projelerinizden söz eder misiniz?
Uzun yıllar öğretmenlik yapmayı düşünmüyorum. Bir dergi hâyâlim var ama yakın zamanda değil. Şimdi birkaç sitede ve edebiyat dergisinde yazmaya devam edeceğim bir süre gibi duruyor.

Günümüzün gençliğine üç tavsiye verecek olsanız bunlar ne olurdu?
1.Hobileriniz olsun. Yalnız kalmaktan korkmayın onlar varken.
2.Üretin. Bos zamanlarınızda neler yaparsınız? diye soramamalı kimse size. Hep üretin, düşünün.
3.Dürüstlükten vazgeçmeyin, kaybetseniz de ömürde size  kazandıran bir hazinedir o aslında.

Röportajı yapan siz olsaydınız, sorulmamış hangi soruyu kendinize sorardınız?
Kaldı mı öyle bir soru 

Röportaj teklifimi kabul edip içtenlikle cevapladığınız için teşekkür ederim.
Ben teşekkür ederim :)

Lale Bollukcu