6 Eylül 2017 Çarşamba

Zeynep Çolakoğlu ile “Korkunun Labirentinde”

         Korku edebiyatı deyince hemen aklımıza yabancı yazarlar gelir. Artık Türkiye’de de korku türünde yazan yazarlarımız fazlalaşmıştır. Onlardan biri de genç yazarımız Zeynep Çolakoğlu… 

         Kurşun Kalem edebiyat dergisinin düzenlediği korku öyküleri yarışmasını Mina adlı öykü dosyasıyla kazandı. Sevgili yazarımızla korkunun labirentlerinde kaybolduk…







 Öncelikle sizinle söyleşi yapma fırsatı verdiğiniz için teşekkürler.
Zeynep Çolakoğlu kimdir? Bize kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz?
Ben teşekkür ederim. Melankolinin izlerini yazıya döken, döngülerle, melodilerle var olan bir yazar, müzik eleştirmeni ve hayata yamuk bakan bir kimya mühendisiyim.


“Büyülü Sözlük” araştırma kitabınızı yazmanızı sağlayan etken ne oldu? Yazım hazırlığı aşamasında nasıl bir araştırma yaptınız?
Büyülü Sözlük Altay Öktem’in genel yayın yönetmenliğini yaptığı Karakalem Yeraltı Edebiyatı Dergisinde bir köşeydi. Köşenin ilgi çekmesiyle birlikte Marjinal Kitaplar, Büyülü Sözlük’ü kitaba dönüştürmeyi teklif etti. Editörlüğünü de Altay Öktem yaptı.  Böylece büyülü maddeleri daha uzun uzun anlatma fırsatım oldu benim de. Yazım aşaması iki koldan ilerledi; biri yazın araştırmaları diğeri de müzik. Yazın kısmında aslında yaşamımda hep birlikte olduğum dünya mitolojilerini, efsaneleri, fantastik ve korku edebiyatını biraz daha merceğe aldım, farklı kültürlerin yerel öykülerinin peşinden giderek mistik evleri, korku müzelerini, kütüphanelerini gezdim. Müzik kısmında ise Heavy metal’in sembolik dünyası, şarkı sözleri üzerine yaptığım söyleşiler, araştırmalarım, festival günlüklerim Büyülü Sözlük’e ruhunu verdi.


Kurşun Kalem edebiyat dergisinin düzenlediği korku öyküleri yarışmasında Mina adlı öykü dosyanızla ödül kazandınız. Korku edebiyatına olan tutkunuz nasıl başladı? Sizi korku türünde öykü yazmaya sevk eden ne oldu?
Korku içimden taşan bir duygu durumu gibi. Yatılı okuduğum lise yıllarımda gece arkadaşlarımı başıma toplar korku hikâyeleri anlatırdım. Bazıları uyuyamazdı ama dinlemekten de kendilerini alamazlardı. Bu hikâyeleri bir yandan yazılı hale de getiriyordum. Korkuyla olan bu yolculuğumda Mina yeni kapılar açtı. Bu kapıların ardında hayatımda çok özel bir yeri olan Mine Ömer ile tanıştım.


Korku öyküleri yazarken hazırlık çalışmalarınızı nasıl gerçekleştiriyorsunuz?
Her anım hazırlığın bir parçası aslında. Zihnim beslenmek istediği yere doğru beni yönlendiriyor. En büyük ilham kaynağım bana yaşamı yansıtan ikizim ve ruhumu titreten black metal müziği. Kara tınılar adım attığım her yerde benimle birlikte var olurlar. Bir de yazım sürecinin kolay akmasını sağlayan eşlikçim var; farklı pelerinlere bürünse de özünde Cabernet Sauvignon olarak tanınır.

Mina isimli öykü kitabınızın yazım süreci ne kadar sürdü?
Mina çıktığım en uzun yolculuk diyebilirim. Mina’da yer alan öyküler girift bir yapıda, karakterler bu evrenin diğer öykülerinde de gezinmeyi seviyor. Dolayısıyla kısa öykü niyetiyle çıktığım bu patika novellaya evrildi ve bu süreçte üzerinden birazcık zaman geçmiş oldu. J

Kitaplarınızı yazmaya başlamadan önce bir toplumsal mesaj düşüncesi ile mi başlarsınız yoksa bu yazarken şekillenebilecek bir durum mudur?
Bir mesajla yola çıkmam asla. Bence bu öykünün samimiyetini zedeler. Didaktik bir bakış açısını da otoriter buluyorum. Benim öykülerimde daha çok başkaldırı var, sınırları zorlamak, ıstırabı iliklerine dek hissetmek, bir de içine bakmak... Et ve kandan başka bir şey var orada, bir eksik var ve biz bunu fark ederek toplumsallaşıyoruz.

Mina’daki öykülerin canlandırılarak tabloya dönüşmesinin fikri nasıl oluştu?
Ressam Aynan Çolakoğlu sıkı takipçilerimden biri. Öyküleri zihninde canlandırıp üzerine bana sorular sorar her zaman. Bazen de o bir resim yapar ben üzerine öykü yazarım. Öykü karakterlerimden Zifir içimizden biri artık çünkü üzerine çok konuştuk. Bir gün gezi için gittiğimiz Safranbolu’da Zifir’in melankolinin müzikle tedavisini deneyimlediği konser salonuna çok benzeyen taş bir mahzen karşımıza çıktı. O gün sahne gözümüzde tekrar canlandı ve bu sahneleri tuval üzerinde ölümsüzleştirmek istedik. Aynan Hanım Zifir’in bu sahnesini ayrıca üç boyutlu kâğıt katlama sanatıyla da yaptı. Evimin duvarında öyküye açılan bir pencere gibi duruyor.J Bundan başka Arzunun Kanatları, Akasya ve Düş Kokusu öykülerinden sahnelerin yağlı boya tabloları da bulunuyor. Merak edenler AynanArt’dan bakabilirler:




Kimsenin okumayacağını bilseniz bile yazar mıydınız?
Bir kitabın okuyucusu elbette çok değerli, çok önemlidir. Ancak okunma kaygısı güdülerek kitap yazılmaz, yazma eyleminden benim anladığım bu değil. Bununla birlikte bu kaygı zaten bana göre değil zira çalışmalarım hep uç kategorilerde yer alıyor. Yazma eylemi içten gelen bir durum, başka türlü kendinizle, bu hayatla nasıl baş edeceğinizi bilemediğiniz için yöneldiğiniz bir akış. Ortaya çıkan eserin okunması ise çok hoş bir paylaşım.

Yazdığınız kitaplar arasında aklınızda yer eden bir replik ve ya pasaj var mı?
“ Melankoli bir döngüydü aslında, içine akan kara sızıntıyla baştan çıktığın, sivri tırnaklarını ciğerlerinde hissederek yıkımı soluduğun, karanlık bakışlarında bilinçsizce kaybolduğun kara bir düş, çıkmayı reddettiğin bir çember…”
Zifir/MİNA


Kelimeleriniz nerede, ne zaman kalemin kâğıtta raks etmesini sağlıyor?
Bunun için belirlediğim bir yer yok, onları özgür bırakıyorum. Ama sokakları ve yolculuğu ayrı severim yazmak için. Her daim yanımda not defterim ve kalemim olur. Bazen de paramparça kağıtlarım. Öykülerimi önce parçalayıp ardından birleştiriyorum.

Okumayı sevdiğiniz Türk ve Dünya yazarları kimlerdir?
Listem kabarıktır ama birkaç örnek yazayım.
Türk yazarlarından Oğuz Atay, Bilge Karasu, Altay Öktem, Hakan Günday, Aslı Erdoğan, Murat Gülsoy, Nazlı Eray, Mine Ömer, Turgut Uyar, Nilgün Marmara, Bülent Somay.
Dünya yazarlarından Edgar Alan Poe, H.P.Lovecraft, Clive Barker, Kafka, John Milton, Jorge Luis Borges, August Strindberg, Albert Camus, Slavoj Zizek, Alain Badiou, Judith Butler.

 Yakın tarihte adını duyup okuduğunuz yazarlar kimlerdir?
Hakan Balcı, Orkide Ünsür, Murat Dural, Galip Dursun, Adam Philips.     
        
Benim bir de yemek kültür bloğum var. Yemek yapmak ve yemek yemek ile aranız nasıl?
Haz peşinde bir karakterim var; yemek yapmaya da yemeye de bayılırım. Yapılan yemeklerin tadımını yapmaya biraz da fazla meyilli olabilirim belki.J  Blog’unuzda harika tarifler var, ayrıca takipçisiyim.  

Farklı kültürlere ve şehirlere ait yemekleri sever misiniz?
Farklı tatlar denemeye her zaman açığım. Gittiğim yerlerin yerel yiyeceklerinin ve içkilerin tadına bakarım her zaman. Karelya Bölgesinin mutfağına özel bir ilgim var. En son daha yakından tanımak ve yerinde tatmak için Karelya lezzet turuna çıktım. 
           

Yemek yapmak yazı yazmak… İçinizde hangi duyguların esmesine neden oluyor?
Yemek yaparken devreye giren kimya mühendisi yanım oluyor, ölçüm kapları, hassaslık, eser miktarda ortaya çıkacak aromalar önemli. Yazmak ise 46. kişiliğimin kontrol ettiği bir süreç, kaotik, sınır tanımaz. İkisi birbirinden bağımsız ancak etkileşim halinde…

Sevdiklerinize özel günlerde yaptığınız bir yemek tarifini bizimle paylaşır mısınız?
İlgi alanım daha çok hangi üzümle hangi aperatif/yemek yakışır şeklinde. Ama değişik bir tarif olması için Çekya’dan esintiler barındıran turşu peynir tarifimi vereyim. Çekya’da barlarda biranın yanına getirilen bir mezedir. Crispy Sauvignon Blanc, genç Riesling ya da Merlot ile de yakışır. 

Turşu Peynir (Çekya) 

Beyaz peynir dışında yarı-sert dil peyniri, edam, hellim gibi peynirler alıyoruz. Zeytinyağı, diş sarımsak, renkli karabiberler, beyaz soğan halkaları, defne yaprakları, siyah zeytin, taze kekik, fesleğen ve bir de kavanoz ihtiyacımız olan malzemeler. Peynirleri orta incelikte kare şeklinde keserek kat kat kavanoza yerleştiriyoruz. Aralarına damak tadımıza göre yukarıdaki malzemeleri serpiştiriyoruz ve zeytinyağı ile ağzına kadar doldurup 10 gün buzdolabında bekletiyoruz. Ardından kızarmış ekmek ve bira ile afiyetle yiyoruz.


İzmir’de yaşıyorsunuz. İZMİR denilince sizin için önemli olan üç şey nedir? Neden?
Kendimi herhangi bir yere ait hissetmesem de İzmir Türkiye’nin en güzel şehirlerinden biri diyebilirim. Benim için burada yaşamın getirdiği üç önemli şey; kutsal topraklara yani Urla Bağ Rotasına yakın olması, Ege Denizininin büyüleyici güzelliği ve çeşit çeşit otları, mezeleri ve deniz ürünleriyle Ege Mutfağı.

Gelecek ile ilgili projelerinizden söz eder misiniz?
Şu an üzerinde çalıştığım bir kitap projesi var. Bir yandan Mina için devam öyküleri yazıyorum. Kurşun Kalem Edebiyat Dergisi için her sayı Büyülü Sözlük köşesinde fantastik/korku çerçevesi içinde yeni ve tuhaf konular işliyorum ve aynı zamanda yayın kurulunda hummalı bir çalışma içindeyiz. Headbang Müzik Dergisi ve Bataklık, Kanlı Teneke fanzinlerinin yeni sayıları için müzikle ilgili makaleler hazırlıyorum. 

 Röportajı yapan siz olsaydınız, sorulmamış hangi soruyu kendinize sorardınız? Sorduğunuz soruya cevabınız ne olurdu?
“Öykülerinizin yolları nelerle kesişiyor?” diye sorardım.
Sanırım buna cevabım ilk etapta müzik olur. Her öyküyle akıp giden bir melodi var ve öykü tamamlanmadan şarkısını bulup bağlanıyor. Bununla birlikte Mina’daki öykülerden tüten görünmez bir duman var, çağrışımlarıyla keyif verici, canlandırdıklarıyla çarpıcı. Görünür olduğu zaman onu Cabernet Sauvignon, Merlot, Shiraz isimlerinden tanıyoruz. Bu kesişimler bizi LA şaraplarında Eğitim sorumlusu Sevgili Umut Öner ile Korku, Şarap ve MİNA etkinliğine kadar götürdü. Bu sene Mart ayında İzmir’de Mina’nın öykülerinde geçen şarapları, bu şarapların yapıldığı üzümlerin özelliklerini anlattık ve ardından hep birlikte tadım yaptık. Gotik temasıyla süslenmiş mekânda özel kostümlerle geçen bir gece oldu. Merak edenler için facebook sayfasında fotoğraflar var:

Röportaj teklifimi kabul edip içtenlikle cevapladığınız için teşekkür ederim.
Çok keyifli bir röportaj oldu, ben teşekkür ederim.


                            Lale Bollukçu