15 Ocak 2017 Pazar

SÜMRU YILMAZ... Şiir ve yazılarım sığındığım limandır…

     Bir koltuğa bir kaç karpuzu başarıyla sığdıran şahane bir kişilik, anne, dost, arkadaş, abla, kardeş, eğitmen, şair ve yazar…





      Sümru Yılmaz kimdir? Bize kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz?

     
1947 yılında Edirne’de dünyaya geldim… Babam askerdi. Babamla beraber Türkiye’nin pek çok ilini gezerken, ilk – orta – lise tahsilimi tamamladım. Daha sonra; Ank. Üniv.Dil. Ta.Coğ. Fakültesinden “JEOMORFOLOG” olarak mezun oldum. Çeşitli resmi kurumlarda yerbilimci olarak çalıştıktan sonra, aile yaşamı ile arazi çalışması isteyen mesleğim bir arada yürümeyince, MEB da öğretmenliğe intisap ettim. Öğretmenlik hayatımı Coğrafya ve İngilizce öğretmeni olarak (gerek devlet okulu gerekse dershanecilik olarak) 2008 yılında sonlandırdım.
       İlkokulda, ailemin ve sınıf öğretmenimin teşvik ve katkılarıyla Türk Sanat Müziği çalışmalarım başladı. Orta son sınıftan liseyi bitirinceye dek de, müzik öğretmenlerim HİKMET HAZAR beyefendi ve MEKNUZE GEDİK hanımefendiden şan dersleri aldım. Kendilerini buradan rahmetle anmak isterim. Babam Erzincan’dan Ankara’ya tayin olunca lise son sınıfta, Ankara Bahçelievler Cumhuriyet Lisesi’nde okurken, sınıf arkadaşım Işık Taşer’le tanıştım. Işık hanımın babası, tiyatro sanatçısı Suat Taşer ve yine kendisi gibi tiyatro sanatçısı olan hanımı Süreyya Taşer hanımefendinin içimdeki tiyatro ve yazım aşkı üzerinde, yadsınamayacak etkisi oldu. O zamanlar “radyo çocuk saati” ve “arkası yarın” gibi programlar vardı. Gerek Işık hanım gerekse Suat amca ve Süreyya teyze ile yine sınıf arkadaşım Ünal Gariboğlu ‘ nun teşviki ile radyo çocuk tiyatrosuna; oynanmak üzere; kısa skeçler yazmaya başladım. Rahmetli, büyük usta, Tuncel Kurtiz beyden de tiyatral çalışmalar ve yazım etkinliklerinde yardım gördüm. Bu arada şiir yazmaya da başlamıştım. Şiir yazımında da en çok etkili olan kişi de SUAT TAŞER’dir. Allah hepsine gani gani rahmet eylesin…
       Bu geçen zaman zarfında müzik ve şiirden; her ne kadar uzun soluklu değilse de; uzaklaşmadım. Hep yazdım ve bir kenara koydum. Ama evlilik, çocukların yetişme dönemleri, mesleki yaşam ve artan sorumluluklar düzenli bir yazımdan, ister istemez, beni uzak tuttu. Şiir ve yazılarımı daha doğrusu denemelerimi, üç defa toplayıp kitap haline getirmeye çalıştıysam da, ya yaktım ya da yırtıp attım. Kitap haline getirdiğimde, insanların karşısına bütün iç dünyamla, çırılçıplak çıkacakmışım izlenimi uyanmıştı içimde. Duygusallık işte. Dışarıdan bakıldığında sert ve tavizsiz gibi görünmekle beraber iç dünyam son derece duygusal, oldukça soft ve çok kırılgandır. Bu yüzden kendime, dışarıdan, bir duvar örmüşümdür. İnsanları kırmak gibi bir lüksüm olmadığını hiçbir zaman aklımdan çıkarmamışımdır. Tüm yaratılmışı sevmeye çalışmışımdır. Bu konuda en büyük etken rahmetli babamdır. Tasavvufla içiçe yaşardı. Onun sayesinde tasavvufa da el attım ve halen daha da tasavvuf çalışmalarım devam etmekte. Bu yüzdendir ki “SEVGİ” sözcüğü benim için “YAŞAM FELSEFESİDİR”, “YAŞAM” demektir…



        Yağmur Gözlüm, sizin ilk kitabınız… İçinde hem şiirleriniz hem de yazılarınız bulunuyor. Ne zaman kitap yazacağım dediniz ve yazım süreci ne kadar sürdü?
        Evet, “YAĞMUR GÖZLÜM” basılı, resmi ilk kitabımdır… Bundan üç sene önce, eşimin ve çocuklarımın oldukça yoğun ısrarı üzerine, yazıp kenara koyduğum şiirlerimi yavaş yavaş elden geçirmeye, sınıflandırmaya ve seçmeye başladım. Yeni düzenlemeler, düzeltmeler ve eklemeler yaptım. Âmâ kitabın salt bir şiir kitabı olarak çıkmasını da istemiyordum. Nedense ülkemizde; tabii bu benim düşüncemdir, kimseyi bağlamaz; şiir pek o kadar önemsenmiyor gibi geliyor bana. İnsanlar “aaaa! Şiir mi?” deyip geçiveriyorlar. Yazma sanatının en alt basamağında değerlendiriliyor sanki şiir. Hâlbuki duygu yoğunluğunu, duygu fırtınalarınızı dizelerde, o kadar latif, o kadar anlamlı bir şekilde dile getirir ki şair… İşte bu arada harcadığınız emek ve zamanı sergileyemezsiniz okura.
        Kitabımın konseptini biraz farklı tuttum: Şiirlerimle beraber, aralara serpiştirilmiş denemeler, hem Türk – İslam tasavvufundan hem de batı ve Hint felsefesinden özdeyişler koydum. Denemelerim gerçek yaşam kesitlerine aittir. Sonunda da okuyucuya “YORUMLAMAYI ” bıraktım. Oldukça ilginç ve beğeni toparlayan bir kitap oldu. Yaklaşık bir yılımı aldı bu hazırlık dönemi ve 2015 Nisan sonu – Mayıs başı gibi kitap çıktı.


      İlk kopyayı elinize aldığınızda neler hissettiniz?
      İlk kopyayı ki biz buna “prova baskı ” veya “maket kitap ” diyoruz, elime aldığımda; uzun yıllar sahip olmayı istediğim ama bir türlü doğuramadığım çocuğuma kavuşmuş gibi oldum. Çok ama tanımlanamayacak kadar cok mutluydum. Dedim ya; yıllar yıllar sonra kucağıma ilk çocuğumu almıştım.


      Şiir ve yazı yazmak sizin için ne ifade ediyor?
      Tüm yaşamım… Şiir ve yazılarım sığındığım limandır benim için. Duygularımı, düşüncelerimi, beynimdeki, yüreğimdeki, günlük yaşamımdaki fırtınaları, heyecanları, isyanları, dışarıya yansıtamadığım herşeyi o satırlarda dile getiririm, her kelimesinde, her harfinde yaşarım ben herşeyi. Kısacası yaşamsal gizli bir zenginliktir, bir hazinedir onlar benim için.

      Sizce şair mi doğulur? Yoksa sonradan mı şair olunur?
       Bence doğulur. Tabii ki eğitimini de almak gerekli. Ama duyguları dizelere dökerek anlatabilmek, hele okuyucunun ruhuna inerek ona akmak biraz doğuştan gelen bir yetenek olsa gerek…

      Şiir şairin aynasıdır. Bu sizce doğru mudur?
      Doğrudur diyebilirim rahatlıkla. Şairin yazdıklarına baktığınızda, kişiliğini, yaşam tarzını, iç dünyasını, felsefesini, hayat görüşünü çıkarabilirsiniz. Ama mümkün olduğunca tüm yapıtlarını incelemeniz gerekir, tam bir fikir sahibi olmanız için. Nasıl ki bir çocuk ailesinin aynasıysa, ister şiir olsun ister roman – hikâye – deneme olsun, yazarın aynasıdır.

      Şiirlerinizde ölçü kullanıyor musunuz?
       Genellikle kullanmıyorum. Serbest yazımı tercih ediyorum. Ölçü olarak zaman zaman heceyi kullanıyorum. İtiraf etmek gerekir ki hece veya herhangi bir ölçü ile şiir yazmak oldukça zor. Hem duygularınızı kısıtlamadan aktaracak hem de ölçüye sığdıracaksınız… Zor… Gerçekten zor… Ölçü kullanan şairleri gönülden kutlamak gerekir.



      Okumak ve yazmaktan başka ilgi alanlarınız nelerdir?
      Yaz – kış, gün – saat ayırt etmeksizin “yüzmek”, “araba kullanmak”, “okumak”… Özellikle de klasik eserler ve tasavvufi, metafizik ve parapsikoloji içeren kitaplar.


      Kelimeleriniz ne zaman, nerede kalem ile kâ
ğıtta raks ediyor? 
      Hiç belli olmuyor ama genellikle yattıktan sonra dersem gülmezsiniz değil mi? Gece 02.00 dan, bazen sabaha kadar sürüyor bu akış.



        Yeni çal
ışmalarınız var mı?
         Yaklaşık sekiz aydır süren yeni bir çalışmam var. Bir roman üzerinde çalışıyorum. Bir aşk hikayesinden yola çıkan bu roman denemem zaman zaman siyasete, zaman zaman tasavvufa (bilhassa aşk ve sevgiye), zaman zaman da Atatürk’çülüğe giriş çıkışlar yapıyor. Sonra yine aşk hikayesine dönüş yapmak üzere. Sonucunu söylemek istemiyorum, bir sır olsun. Yani başladığımız aşk hikayesi ile sonlandıracağız gibi…

      Okumayı sevdiğiniz Türk ve Dünya yazarları kimlerdir
      Yaşar Kemal – Turgut Özakman – Cemal Süreya -Cahit Sıtkı Tarancı -Yahya Kemal Beyatlı – Can Yücel – Ziya Şakir – Tolstoy – Honore de Balzac – Puşkin – Andre Gide – Stephan Zveige – Yılmaz Özdil – Necati Sepetçioğlu – Dr . Ramazan Kurtoğlu – Goethe – Tevfik Fikret. Daha sayabileceğim pek çok yazar var.

      Yakın tarihte adını duyup okuduğunuz yazarlar kimlerdir?
      Ziya Şakir – Dr.Ramazan Kurtoğlu.

      Benim ayrıca yemek kültür bloğum var. Farklı kültürlere ait yemekleri yemeyi ve ya yapmayı seviyor musunuz?
      Evet. Mutfak işini çok severim… Baklava açmaktan tutun da su böreğine kadar. Yani mutfak işlerinde oldukça becerikliyimdir. Sık sık beğeni alırım. Yaptığım yenir. Biraz da megalomanlık yapayım, ne dersiniz ?

       Sevdiklerinize özel anlarda pişirdiğiniz bir yemeğin tarifini istesem sizden…
        İlk aklıma geleni söyleyeyim : Tavuklu börek. Yapımı çok basit , yemesi çok lezzetli. Çocuklarım olsun, eşim, torunlarım olsun çok severler.

       Malzeme : 4 adet hazır yufka – 1 adet tavuk göğsü – 1 yumurta.

       Yapılışı : Önce tavuk göğsünü 3 bardak su ile biraz tuz atarak haşlıyoruz.
        Bir kase içinde kırdığımız yumurtayı iyice çırparak bir çay bardağı sıvı yağ ve bir bardak tavuk suyu ile karıştırıyoruz. Bir tutam da karabiber ekliyoruz. Haşladığımız tavuk göğsünü küçük küçük tiftiyoruz.
        Fırın tepsimizi hafif yağladıktan sonra ilk yufkamızı serip üstüne hazırladığımız yumurtalı harçtan biraz gezdiriyoruz. Üstüne ikinci yufkayı da koyduktan sonra tiftiklediğimiz tavukları yayarak gene harcımızdan bir miktar gezdirip üçüncü ve daha sonra dördüncü yufkamızı da koyup kalan yağlı yumurtalı harcı üzerine iyice yaydırıyoruz. Yarım saat bekletip dilimliyor ve kızdırılmamış fırına atıyoruz. Yaklaşık 175 C de 50 dakika pişiriyoruz. Piştikten sonra 20 dakika beklemeye alıyoruz. Bu süre sonunda ayırdığımız diğer bir buçuk tavuk suyunu üzerine gezdirerek tepsinin üstünü kapatıyoruz. Bir saat sonra böreğimiz yumuşacık ve mis gibi tavuk kokulu olarak hazır olacaktır. Yalnız bu ölçü 40’a 50 cm. boyutlarındaki bir tepsi için geçerlidir. Afiyet olsun…
         Hazırda fotoğrafım yok maalesef. İsterseniz bir gün yapar sizlere de ikram ederim, yapılışını da videoya alır yayınlarız. Kim bilir belki bir TV mutfak programına da çıkarım. Biraz soğuk bir espri mi oldu acaba? Neyse biraz güldük herhalde…


       Günümüz gençliğine üç tavsiye verecek olsanız bunlar neler olurdu?
 
       SEVİN – SEVİN – SEVİN… Her şeyi sevmeye çalışın. Sevmekten vazgeçmeyin.


       Röportajı yapan siz olsaydınız, size sorulmamış olan hangi soruyu kendinize sorardınız?
       BEN KİMİM? YARADILMA AMACIM NE? BUGÜNE KADAR ALEMLER ve EVRENLER ve TÜM YARATILMIŞLARIN HAYRINA NE YAPTIM? NELERİ EKSİK BIRAKTIM? BU GÖKKUBBEDE HOŞ BİR SEDA BIRAKABİLDİM Mİ?
       Ben kimim sorusuna verilebilecek pek çok yanıt var, ama kısa yoldan şöyle diyebiliriz, NİYAZİ MISRİ HAZRETLERİNİN dizeleriyle ;
“Gökte uçarken seni indirdiler,
Çar – ı unsur bendlerine vurdular.
Nur iken adın , Niyazi verdiler.
Şol ezel ki itibarın kandedir. ”
          Evet biz bir “BÜTÜNÜZ”, yaratılmış olan, duyularımızın algıladığı her şey o bütündendir, bütünden gelir ve bütüne gider. Puzzle’ın eksilmeyen parçalarıyız, bir süre görünür, görevlerimizi yerine getirir, geldiğimiz yere döneriz, ama senin gitmenle yerin boş kalmaz, derhal doldurulur. Yine, fransız fizikçi Lavasier’in “enerjinin sakınımı” prensibini burada zikredebiliriz; “hiçbir şey yoktan var olmaz, var olan da yok olmaz, yani enerji sürekli dönüşüm halindedir, yoğunlaştığı zaman “MADDE” olarak karşımıza çıkar. Yaratıcının bilinç okyanusunda her şey tasarlanmış, yazılmış, belirlenmiştir. İşte biz de o tasarımları bir elemanıyız. Levh – i Mahfuz ‘ da olması gerekenlerden birisiyiz: İNSANIN YARATILMASI…
         “GİZLİ BİR HAZİNEYDİM BİLİNMEK İSTEDİM, YARATTIM” diyor Hz.Allah (c.c). Ama bu yaradılış “AŞK” ile olmuş. “LA” frekansı ile. Hem hiçlik, ademiyet hem de aşk frekansıdır La. Biz bu aşkı, bu yaradılmış sevgisini, yakın çevreden; hatta önce kendimizden; başlayarak tüm alemlere, evrenlere yansıtmak, taşımak konumundayız. Ama, gel gör ki, günümüzde giderek artan kin, nefret, sevgisizlik, ayrımcılık vs… Bizi yaradılış gayesinden ve yaradılmışa hizmetten uzaklaştırıyor. Ve meleklerin dediği gibi “Hz. Allah(c.c)’ın yeryüzündeki kan dökücüleri “nefs – i emmare” ile azarak yaşamaya devam ediyorlar.
        İşte burada “SEVGİ “, koşulsuz sevgi devreye giriyor. Tabii ki yerine göre, akıl – mantık – şuur üçgenini kurup kullanarak. Ben bunları yapmaya çalıştım ve hala uygulamaya çalışıyorum. Zor, inanın, hele günümüzde çok çok zor. Popülasyon yapısı her geçen gün yozlaşarak değişime uğruyor, yaradılış amacından uzaklaşıyor. İşte bu kaotik ortamda herşeyi bir parçamız olarak görmek ve ona göre yaşamak ilkesini benimseyerek yaşamaya çalışıyorum. Levh -i Mahfuz’un; bir kainat olarak yaratılmış olan; insandaki örneğinin de “Beyin” olduğunu da unutmamak gerekir. Tüm bu konuları kapsayacak şekilde ilk kitabımda değinmeler yaptığım gibi yeni kitabımda da bu konulara, sırası geldikçe yer verdim.
        Evet aziz dostum, bu felsefe, bu ilkeler doğrultusunda yaşamaya ve arkamda iyi bir isim, HOŞ BİR SEDA bırakmaya çalışıyorum. Ha, bu arada, kırılıp inciniyor muyum? Evet. Ama yola devam. Ben demeyi bırakıp, “SİZ” demeyi başardığımız gün her şey, yaşam ve Dünya ne güzel olacak…
        Harpsiz, kavgasız, huzurlu, birlik ve beraberliğin egemen olduğu bir DÜNYA…

        BİLMEM, YETERİNCE MESAJ VEREBİLDİM Mİ? 



      Sorularıma içtenlikle cevaplar verdiğiniz için teşekkür ederim…
       Asıl ben size teşekkür etmeliyim. Kendimi ifade etme fırsatını tanıdığınız, bu kapıyı açtığınız için. Saygı ve sevgilerimle sizi gönülden kucaklıyorum.
       SEVGİ İLE KALINIZ…


        Lale Bollukcu

4 Ocak 2017 Çarşamba

Ey Aşk Nerdesin? Diyen Değerli Yazarımız Eray Emre Evren

      İlk kitabında İstanbul’da zilleri basıp kaçtıktan sonra Şehremini’de kaybolmuştuk… İkinci kitabında ise Ey Aşk Nerdesin? diyerek aşkı aramaya başladık…

      Aşkı ararken de bir baktık ki olduğumuz yerde duruyoruz, kahkaha atmaktan bir adım bile ilerleyemiyoruz…

      Ey Aşk Nerdesin? kitabının değerli yazarı Eray Emre Evren ile gülmekten yorulduğumuz kısacık anda okuyanları gülümseten bir röportaj yaptık…





       Ey Aşk Nerdesin? kitabınız nasıl oluştu? Mizah kitabı yazmak nereden aklınıza geldi?

      Aslında küçük bir hikâye olarak başladı. Oturduğu mütevazı semtte rastladığı bir kıza tutulup onun peşinden Nişantaşı’na kadar takip eden bir gencin macerasını anlatıyordu. Nihayetinde kız, çok lüks bir arazi aracına binip gözden uzaklaşıyor. Kahramanımız da yaşadığı hüzünle semtine geri dönüyordu. Esprili ve akıcı bir hikâyeydi. Sonrasında bu hikâyeyi çok beğendim ve devam ettirmek istedim. Gencin semtine gelmesi, mahalleden arkadaşlarına durumu anlatması, akabinde en samimi olduğu dostunun ısrarıyla kızı aramaya çıkması gibi detaylar ekledim. Nişantaşı, Taksim, Çeşme ve Alaçatı’da geçen, yazarken büyük keyif aldığım bir çalışma çıktı ortaya.

      Okuryazar olduğum yaşlardan beri istikrarlı bir mizah okuruyum. Lise çağlarımda da benzer hikâyeler yazar ancak çok fazla paylaşmazdım. Planlarım arasında yoktu. Bir anda karar verdim ve bittiğinde de yayıneviyle paylaştım.


      Yayınlanan ilk öykü kitabınızın da şimdiki mizah kitabınızın da kitap isimleri soru işaretleriyle bitiyor. Kitap isimlerini nasıl seçiyorsunuz?  Soru işaretleri ile bitmesi bir tesadüf mü?

      İkisinin de soru cümlesi olması tamamen tesadüf. İlk kitabımın ismi yazdığım sırada oluştu. Eski semtine giden bir adam dolmuşa para uzatıyor ve “şurdan bi şehremini alır mısın?” diyor. Bu kitabın ismi olmalı, diye düşünüp o anda belirlemiştim.

      Yeni kitabımda ise çalışmam bittikten sonra ortaya çıktı. Daha kısa, farklı bir isim vardı kafamda ancak yayınevinin de önerisiyle bu isimde karar kıldık. Çok da güzel oldu.


      Mizah kitabınızı okuyanlardan ilk aldığınız geri dönüşler neler oldu?
      Şu ana kadar olumsuz bir dönüş almadım. Okuyan herkes çok güldüğünü söylüyor. Belki de beni üzmemek için öyle söylüyorlardır J
      Bu kitap hayatın rutin mücadelesi arasına birkaç saatlik mola gibi… Soluksuz okursanız iki saatte bitirebileceğiniz, sürükleyici, komik ve eğlenceli bir aşk hikâyesi. Halen okudukça gülüyorum.


      Kitap kapak tasarımlarınızı nasıl yapıyorsunuz?

      Kapak tasarımları yayınevleri tarafından düzenleniyor. Hiçbir şekilde müdahil olmadım. Yayınevi ekibi dosyayı okuyor ve kitaba en uygun kapak çalışmasını tasarlıyorlar. Genelde yazarı işin içine sokmuyorlar ki bence en doğrusu da bu. Çünkü yazar hikâyenin içinde ve onun yaratıcısı. Dolayısıyla okuyucu perspektifinden bakamayabiliyor. Yayınevi ekibi ise en ince detaylarına kadar son okuyucunun algısıyla çalışıp oluşturuyorlar kapağı. Çalışma tamamlanınca son olarak onayım alınıyor. İki kitabımın da kapaklarını çok beğendim. Okurlar tarafından da hep olumlu görüşler aldım.


      Bir yazar için zaman ne demektir?

      Diğerlerini bilmem ama benim için çok şey demek. J

      Özellikle, benim gibi asıl meslekleri farklı olan ve yazarlığı hobi olarak yürütenlerin yazmak için zaman yaratmaları çok zor. Kimi zaman okumaktan vakit çalıyorsunuz, kimi zaman sosyal faaliyetlerinizden. Mesela hayatımdan televizyonu çıkardım. Yazmak inanılmaz bir keyif ve sanırım ömrümün sonuna kadar zaman ayıracağım.


      Kimsenin okumayacağını bilseniz bile yazar mıydınız?

      Yazarım. Yazıyorum da.  Birçok küçük hikâyem var yazıp bir yerlerde sakladığım. Bunlar kitap haline gelir mi bilmiyorum. Ancak yazıyorum. Kimse okumayacaksa da yıllar sonra ben okurum J


      Konularınızı nasıl seçiyorsunuz? Konu seçimi tesadüfi mi oluyor ya da hayatta karşılaştığınız bazı olaylardan mı etkilenip yazıyorsunuz?

      Birçok şey etkiliyor konu seçiminde. Bazen çok uzun zamandır dinlemediğim bir şarkıyı duyduğumda, bazen sokakta şahit olduğum rutin bir hadisenin çağrışımında ortaya çıkıyor. Vakit kaybetmeden notlar alıyorum. Kafamda, henüz olgunlaşmamış beş altı tane hikâye var ancak ne zaman yazarım, nasıl bir çalışma ortaya çıkar şimdiden kestirmek zor.


       Gelecekle ilgili projeleriniz var mı?

      Uzun süredir üzerinde çalıştığım, kurgusu ve hikâyesi kuvvetli bir roman dosyam var. Önceliğim bu çalışma. Biter bitmez yeni projelerim de şekillenecek elbet ancak şunun altını çizmeliyim; bir eserin ortaya çıkarılmasından daha zoru o eserin kitap haline getirilmesi süreciymiş. Bunu anladım. Her yazarın eseri kendisi için dünyanın en harika çalışması oluyor şüphesiz. Ancak bu çalışmayı bir yayıneviyle buluşturmak, beğenilerini kazanmak, sonraki düzenleme süreçleri de oldukça zahmetli. Hele ki benim gibi zamanı kısıtlı yazarlar için gelecek projeleri hakkında net kararlar vermek çok zor.


      Okumak ve yazmaktan başka ilgi alanlarınız nelerdir?

      Eskiden karikatür çizerdim. Amatör olarak hazırlayıp sakladığım çizgi romanlarım var. Uzun bir süredir Okumak ve Yazmak dışına çıkamıyorum.


      Günümüzde gençlerin çeşitli sosyal medya sitelerinde fazla zaman geçirmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

      Maalesef sadece gençlerin değil, tüm yaştan hemen hepimizin teşhisini koyduğu ancak tedavi için çaba göstermediği bir hastalık. En ufak boşlukta hemen telefona sarılıyor uyuşmuşçasına bu sitelerde vakit öldürüyoruz. Üstelik vakitsizlikten yakınırken J


      Röportajı yapan siz olsaydınız, kendinize sorulmamış hangi soruyu sorardınız? Cevabınız ne olurdu?

       “Yazar olmak isteyenlere tavsiyeniz ne olurdu?” gibi bir soru sorabilirdim. Zira bu yolda gerçek manada size destek olabilecek, samimi ve çıkarsız bir kılavuz bulmak çok zor. İkinci kitabım çıkmasına rağmen halen bu sektörde bilmediğim çok fazla şey olduğunu fark ettim.

      Öncelikle sabırlı olmalılar. Kitabı yayınlayacak yayınevi bulmak, karşılıklı güveni sağlamak işin zor kısımlarından biri. Belki onlarca yayıneviyle görüşmeler ve değerlendirme aşamaları yaşayabilirler.

       Eleştiriye açık olmalılar. Yukarıda da belirttiğim gibi, her yazarın eseri kendisine göre dünyanın en güzel çalışması. Ancak yayınevi haklı olarak ticari bakış açısıyla “bu kitap tutar mı” sorusunun cevabını arıyor. Çalışmayı beğeniyor ancak bazı değişiklikler istiyorsa bu esnekliklere hazır olmalılar. Kitap çıkarsa daha sonra acımasız okur eleştirileri de yolda… J

      Bol bol okusunlar. Okumak bir yazarın gelişimi için en büyük egzersiz.


      Röportaj teklifimi kabul edip içtenlikle cevapladığınız için teşekkür ederim.

      Ben teşekkür ederim. Umarım başka kitaplarım da olur ve yeniden röportaj yaparız J



        Lale Bollukcu