3 Kasım 2016 Perşembe

Fırında Zeytinyağlı Biber Dolması



Bugün harika bir tarifle yine sofralarınıza konuk olacağız. 

Bugün ki tarifimiz değerli yazarlarımızdan Handan Gökçek'ten ağızlara layık Fırında Zeytinyağlı Biber Dolması...



Malzemeler 

 1 kg taze dolmalık biber
1 su bardağı dolusu baldo pirinç
2 baş kuru soğan
2 adet domates
2 çorba kaşığı zeytinyağı
2-3 diş sarımsak
Maydanoz, taze nane
Tuz, karabiber, kırmızıbiber, az acı biber
1 tatlı kaşığı biber salçası
1 çimdik toz şeker
Üzeri için domates dilimleri



 Dolmalık biberlerimizin sap kısımlarını alalım. Yıkayalım süzülsünler. İçlerine biraz tuz sepeleyelim.

  Pişirme tavamıza zeytinyağını alalım ve kuru soğanı robotta iri çekip yağda soteleyelim. Ayıkladığımız yıkayıp süzdüğümüz pirinçleri de ilave edip bir süre çevirelim. Kabukları soyulmuş ve küçük doğranmış domatesi, sarımsağı, az biber salçamızı ve baharatlarımızı da karıştırıp bir çay bardağı su ilave ederek bir taşım kaynatalım. Domates olduğu için zeytinyağlı yemeklere bir çimdik toz şeker ilave etmeyi unutmayalım. Taze nane kıyıp karıştıralım. İsteğe bağlı maydanoz ilave edelim.

     Biberlerimizin içini dolduralım. Domatesi kapak yapabileceğimiz şekilde doğrayalım Zeytinyağlı Biber dolmalarımızın üzerine kapatalım.

     Pişirme: Fırın tepsimize biberlerimizi dizelim. Biberlerin alt kısmına bir kahvaltı çatalı batırıp delik yapalım ki biberler alttan suyunu daha rahat alsın ve içini çekerek pişsin. Fırınımızı önce 180 derecede ısıtıyoruz ve içerisine kalan biber salçamızı 1 çay bardağı ılık su ile sulandırarak döküyoruz. Üzerine parlaması için az zeytinyağı döküyoruz.

     Tepsimizi 2. rafa sürüyoruz dolmalarımız yavaş yavaş pişmeye başlıyor 30 dk sonra artık üst rafa alıp kızarması için fırın derecemizi de yükseltiyoruz.

    Üzerleri kızarınca pişmesini kontrol edip fırınımızı kapatıyoruz.


    AFİYET OLSUN...

4 Ekim 2016 Salı

Aysel Hacır: Aşk, olmazsa olmazlardandır benim için; aklın çarpıntı ve hazla tutulması, bir kanma ve karşı koyulmaz bir cezbedilme halidir.


    İlk romanı “Ah Menekşe” ile edebiyat dünyasına adım atan değerli yazar Aysel Hacır ikinci romanı “Celile Hanım” ile tüm okuyucuların gönüllerine taht kurdu.

     “Celile Hanım” romanında Nâzım Hikmet’in annesi ressam Celile Hanım ile Yahya Kemal’in aşkını anlatır. Tam 100 yıl önce birbirlerini delicesine seven fakat sonunda birbirlerine kavuşamayan âşıkların hazin aşk hikâyesi…  


“Yollarda kalan gözlerimin nûrunu yordum,
Kimdir o, nasıldır diye rüzgârlara sordum,
Hulyâmı tutan bir büyü var onda diyordum,
Gördüm: Dişi bir parsın elâ gözleri vardı.”

Yahya Kemal Beyatlı







Aysel Hacır kimdir, bize kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz?
Hemşin doğumluyum ancak ilk, orta ve üniversite eğitimimi ben çok küçük yaşta iken ailece yerleştiğimiz İstanbul’da tamamladım. Bir sigorta şirketinde başlayan iş deneyimimi, reklam ajansı ve hazır giyim ihracat alanında sürdürdüm. 


Yazmaya lise yıllarında başlamışsınız. Edebiyata olan tutkunuz nasıl başladı?
Doğrusu farkında değilim. İlkokuldan itibaren düzgün cümle kurma ve kendimi iyi ifade etme ile ilgili bir derdim olduğunu hatırlıyorum. Belirli bir bilinç düzeyine ulaştıktan sonra da okuduğum kitapların hikâyesi ile değil, cümleleriyle ilgilendim, her kitapta altı çizilecek cümleler aradım. Bu arada belki söz etmeye değer; lise yıllarında pek çok arkadaşımın aksine Divan şiirini de sevdim ve şiirleri anlamak için sözcüklerin Türkçe karşılıklarını öğrendim.


Ah Menekşe, sizin ilk kitabınız. Ne zaman kitap yazacağım dediniz?
Kişisel dertler, toplumun, ülkemin dertleri ilk ne zaman şiddetle dürttü beni, kendime saklamak üzere denemeler ve hiç göndermediğim o mektupları yazmaya ne zaman başladım, bilmiyorum. Çok da önemli değil zaten, ilk gençlik yıllarımdan itibaren dokunan hiçbir şeyi omzundan kaydırmayı beceremeyen biri olduğumu biliyorum. Ancak bir gün, anneciğimin düşmesi sonucunda kalçasının kırılması ve ameliyat sonrası bakıma muhtaç hale gelmesi üzerine benim de işten güçten el çektiğim bir dönemde, duygusal ve düşünsel birikimlerimi açığa çıkarmak, paylaşmak ihtiyacı ağır basmıştı. İlk kitap konusu olarak da nispeten kolay ifade ve halledebileceğimi düşündüğüm aşkı seçtim ve adını Ah Menekşe koydum.


Yazı yazmak sizin için ne ifade ediyor?
Yazı yazmak bir dışa vurum, sayfalara not düşme, bir tür soyuttan somuta geçme hali ve nihayet bir tatmin, bana göre.


Yazı yazmadığınız zaman kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
Dostlarla zaman geçirmek, söylemek, dinlemek, gözlemlemek, okumak, müziğe kulak vermek de yazmak kadar değerli benim için. Beslendiğiniz seanslardır onlar, dağarcığınızda biriktirirsiniz. Biriktirmeden yazamazsınız zaten. 


Bir yazar için zaman ne demektir?
Ruh halinize göre değişen bir kavramdır zaman. Bazen bolluğu, bazen azlığı sorundur. Geçsin istediğiniz de olur, hiç geçmesin dediğiniz de. En katlanılmaz hali de, sizin nicedir iple çektiğiniz bazı anlar için sergilediği ısrarcı telaşsızlığıdır.


İkinci romanınız Celile Hanım ile okuyucuların kalbinde taht kurdunuz. Gerçek bir aşk hikâyesini işlemek aklınıza nasıl geldi?
Gerek Nazım Hikmet gerekse de Yahya Kemal Türkiye tarihinin ve özellikle edebiyatının ağırlığı olan isimleri, malum. Her Nazım denildiğinde ya da Yahya Kemal adı geçtiğinde kaçınılmaz bir çağrışımdı Celile Hanım benim için. Döneminin çok ilerisindeki bu güçlü kadına, Nazım’ı doğurmuş bu kadına içten içe bir hayranlık duyuyordum belki de. Bir gün Büyükada’da sağlı sollu köşklerin arasından, tarihin içinden geçerek yürürken, aklıma düştü yine Yahya Kemal ile aşkları. Yazacağım dedim ve yazdım.


Celile Hanım romanını yazarken nasıl hazırlandınız? Yazım süreci ne kadar sürdü?
Okudum, durmadan okudum, araştırdım ve bir kaynaktaki herhangi bir bilgiyi kitabıma aktarmadan önce mutlaka başka bir kaynakla da teyit ettim ki bu, sürecin en zahmetli bölümüydü. Doğrusu Yahya Kemal ile ilgili sayamayacağım kadar çok kaynağa ulaşma olanağı bulmama rağmen, Celile Hanımla ilgili olarak hayal kırıklığı yaşadım; hakkındaki yayımlar çok sınırlıydı. Kitabın okurlara ulaşmadan önceki sürecin, araştırma ve yazma dâhil, iki yıla yakın sürdüğünü söyleyebilirim.


Yazdığınız iki romanda da aşk var. Sizce AŞK nedir? Bize aşkın tanımını yapabilir misiniz?
Aşk, olmazsa olmazlardandır benim için; aklın çarpıntı ve hazla tutulması, bir kanma ve karşı koyulmaz bir cezbedilme halidir.


Yeni bir roman çalışmanız var mı?
Nicedir bir hareketlenme var içimde, öyle görünüyor ki yeni bir hikâyenin şekillenmesi artık çok yakın.


Aklınıza gelen fikirleri not alır mısınız?
Hayır, bunu hiç yapmadım. Sonradan, aklıma gelenin ne olduğunu hatırlamaya çalışırım; bu durumun Karadenizlilikle bir ilgisi olabilir mi acaba?


Benim bir de yemek blogum var. En sevdiğiniz yemek hangisidir?
Ne kadar nadide lezzet tarifleri vardır bloğunuzda, kim bilir. Farklı yemek yapmak istediğimde mutlaka bakacağım. Ama ben en çok Türk mutfağını seviyorum galiba, o mutfaktan da karnıyarığı! Bir de ehil elden çıkmışsa, iki öğün üst üste yiyebilirim hani!


Farklı kültürlere ait yemekleri sever misiniz?
Evet mi desem, hayır mı desem, bilemedim. Günümüz farklı lezzet düşkünü insanlarının aksine, ben Uzakdoğu mutfaklarına rezervle yaklaşıyorum mesela. Lezzet anlayışım Batı mutfağına, özellikle İtalyan ve kısmen de Fransız mutfağına daha yakın.


Yemek yapmak, yazı yazmak… Size nasıl duygular veriyor?
Her ikisine de üretim, hatta bir tür sanatsal üretim diye bakıyorum. İkisinin sonunda da tatmin var…


Sevdiklerinize özel anlarda yaptığınız bir yemeğin tarifini verebilir misiniz?
Böyle zamanlarda en çok rokfor soslu bonfileyi tercih ediyorum galiba. Tarif demeyin, çünkü tarifini internetteki site veya bloglardan almışımdır mutlaka. Ancak elimin lezzetli olduğuna dair rivayetler var.


Röportajı yapan siz olsaydınız, kendinize sorulmamış hangi soruyu sorardınız? Cevabınız ne olurdu?

Kendinize en çok sorduğunuz soru nedir? Nedir nedeni bu baş döndüren kötüye gidişin? Ne oluyor dünyaya? İnsanlara, insanlığa ne oldu? Diye sorarım
Galiba dünyanın çivisi çıktı, insanlık da öldü!


Röportaj teklifimi kabul edip içtenlikle cevapladığınız için teşekkür ederim.
                                                                                                     

Lale Bollukcu



28 Eylül 2016 Çarşamba

SİNKONTA: Rumeli Yemeği


Harika bir Rumeli Yemeği ile sofralarımızı ve midemizi neşelendirelim...

Bu yemeğin tarifi için de değerli yazarımız Firdevs Tuncay'a teşekkürlerimi sunuyorum.





     Soyup,  halkalar halinde ( ne çok kalın ne çok ince) kestiğiniz yeşil kabakları bir kaba koyun. 

    Başka bir kapta 2-3 kuru soğanı ay şeklinde dilimleyip, üzerine doğranmış domates, tuz, biraz şeker ve bir çorba kaşığı sirke ekleyerek güzelce ovun. Ovma işi bitince, karabiber, kırmızıbiber, ince ince kıydığınız dereotu ve maydanozu, soğanlara ekleyin, karıştırın. 

    Yağlanmış fırın tepsisine bir kat kabaklardan, üstüne bir kat soğanlardan koyun ve en üste yine kabakları dizin. Bir kâsede domates salçasını bir miktar suyla inceltip, zeytinyağını da ekleyerek tepsiye boşaltın. Ve tepsiyi fırına verin. Ara ara yemeğin suyunu kontrol edin. 

      Kabakların üstü kızarınca fırından çıkarın.


       Afiyet olsun...

26 Eylül 2016 Pazartesi

Kuantum Yaşam Koçu, NLP Uzmanı, Yazar: Serpil Ciritci…

Bir koltuğa birçok karpuz sığdıran değerli yazarımız ayrıca şiir yazıyor, resim yapıyor, Kuantum yaşam koçu ve NLP uzmanı. 

Uzun yıllara dayanan Kuantum yaşam koçluğu deneyimi ve birikimini Türkiye’de ilk kez bir roman içinde okuyucuya aktaran Serpil Ciritci ile sıcacık candan gülüşü gibi içten bir röportaj gerçekleştirdik…



     Bize biraz kendinizi tanıtabilir misiniz?
     Adana doğumluyum. İlk, orta ve yüksek öğrenimimi Adana’da tamamladıktan sonra bir süre kamu ve özel şirketlerde çalıştım. 15 yıl önce Adana’dan ayrılarak İstanbul’a yerleştim. Son olarak İstanbul’da bir holding’ in satış biriminde yönetici olarak çalıştıktan sonra oradan ayrılarak koçluk ve nlp eğitimleri aldım. Çocukluğumdan bu yana okumayı çok sevdiğim için zamanla yazma hevesim başladı. İlk önce kısa denemeler, öyküler yazmaya başladım.
     İlk romanım Gümüşlük Meleği 2012 yılında, bundan iki yıl sonra da Kuantumun Gücü adlı kitabım yayınlandı. Halen son romanım üzerinde çalışıyorum. Birçok şehirde bireysel ve kurumsal olarak kişisel gelişim konulu eğitimler, seminerler verdim ve vermeye devam ediyorum. Okumaktan ve yazmaktan arta kalan zamanlarda seyahat etmeyi, resim ve karikatür çizmeyi seviyorum.

       Kuantum fiziğine ilginiz ne zaman, nasıl başladı?
     Okumayı çok sevdiğim için konu ayırt etmeksizin bulduğum her kitabı okuyordum. Özellikle felsefe, psikoloji ve kişisel gelişim konulu kitaplar ilgimi çektiği için zamanla spiritüel konulara ilgim başladı. Oldubitti görünenlerden çok, görünmeyenlere inanma eğilimi taşırım. Fakat aynı zamanda gerçekçi ve mantıklı bir düşünce sistematiğine sahip olduğum için okuduğum metafizik kitaplarını mantıklı bir temele oturtmak için bu konularda yazılmış bilimsel kitapları da okumaya başladım. Okuma sevdam 35 yıldır sürüyor ancak spiritüel kitaplarda “ çekim yasası “ olarak geçen yasayı en iyi kuantum fiziği açıkladığı için son on yıldır bu konulara ilgim arttı.

     Gümüşlük Meleği sizin ilk kitabınız. Ayrıca Kuantum öğretisini Türkiye’de ve belki de Dünya’da roman içinde aktaran bir ilk kitap… Kuantum öğretisini bir romanda harmanlama fikri nasıl oluştu?
      Kuantum felsefesi öylesine inandığım bir öğreti ki; ne yazarsam yazayım bu inancımın izlerini taşıyacağını bildiğim için rastgele bir roman yazmaktan ziyade içine bu öğretileri serpiştirebileceğim bir roman yazmak istedim. Piyasada bu konularda yazılmış kitap çok. Bu nedenle insanların daha rahat okuması ve kuantumun aslında hayatımızla çok iç içe bir felsefe olduğunu anlayabilmesi için bu öğretiyi bir roman şeklinde kurguladım.

   Kitabınızın ismi gibi konusu da Gümüşlük’te başlayıp bitiyor. İlginçtir ki ben de Gümüşlük’lüyüm. Halikarnas Balıkçısının ünlü bir sözü vardır, “Akıllarını hep Bodrum’da bırakıp gittiler.” Bence Gümüşlük’e gelen her kişi de ruhunun mutlaka bir parçasını bırakıp gidiyor. Değil mi?
       Gümüşlük’e ilk gittiğimde çocuktum. O tablo gibi güzel görüntü, görür görmez ruhuma kaydoldu ve bir daha silinmedi. Ne zaman huzur dolu bir ortam hayal etsem aklıma o görüntü geldi. Halikarnas Balıkçının cümlesine ekleyebileceğim tek bir cümle daha var. Ben yüreğimi de Bodrum’da bırakıp gittim.

     Gümüşlük Meleği isimli kitabınızı yazmaya başlarken kurguyu önceden mi belirlediniz? Yoksa bütün olay örgüsü siz yazdıkça mı gelişti?
     Annemin amcası yani büyük amcam Bodrum’un ilk doktorlarındandı. Dr Alim Ekinci, Bodrum yerli halkının da yakından tanıdığı ve çok sevdiği bir insandı. Çocukluğumun yazları onun yanında geçti. Onun hastalarına olan ilgisi, sevgisi beni derinden etkiledi. Bunun yanı sıra çok kitap okur, o dönemde orada yaşayan sanatçılarla yakın görüşür, onlarla derin sohbetler yapardı. Kitap, müzik, tasavvuf konulu bu sohbetlerin bazılarına şahit oldum. O zamanlar çocuk aklımla amcam bana bir melek gibi görünürdü. Büyük, küçük insanlardan sevgisini esirgemeyen ve ihtiyacı olan herkese koşan bu melek, yıllar sonra “Gümüşlük Meleği “ adlı ilk romanımın esin kaynağı oldu. Kurgu önceden kafamda belliydi. Sadece sonu yani hikâyeyi nasıl bitireceğim bir gün önce şekillendi. Gümüşlük’teki imza günümde bir caddeye amcamın adını verdiklerini öğrendim. Bu benim için ayrı bir gurur ve sevinç kaynağı oldu.


       On parmağınızda on marifet saklı. Çeşitli yerlerde ortak ve kişisel resim sergileri de açtınız. Resim yapmaya ne zaman başladınız?
      İlkokulda yazmayı öğrendiğim ilk günlerde defterlerime resim çizdiğim için öğretmenimin anneme şikâyet ettiğini hatırlıyorum. Büyüdükçe bu tutkum daha da arttı. Ortaokul ve lisede katıldığım resim yarışmalarında ödüller aldım. Bir yandan da karikatür çiziyordum. Yeni yetiştiğim dönemlerde Gırgır dergisine karikatürlerimi gönderdiğimi hatırlıyorum. Daha sonra eğitim alarak yağlı boya tablolar yapmaya başladım. Sonraları yazma tutkum ağır bastı. Renklerden çok kelimelerle oynamayı daha çok sevdiğimi fark ettim. Bugün itibariyle zihnimi dinlendirmek istediğim zamanlarda hâlâ resim yapıyorum. Beni dinlendiriyor.


     Kitaplarınızda en beğendiğiniz ya da beğenmediğiniz yerler var mı?
     İnsanın ilk romanı ilk çocuğu ilk göz ağrısı gibi... Sinema sanatçılarının yıllar sonra ilk filmlerini çok beğenmemeleri gibi ben de ilk romanımda acemice yazılmış cümlelere, fazlalık ya da eksikliklere rastlıyorum. Buna rağmen o haliyle bile beğeniyorum. O zamandan bu yana kat ettiğim yolu edindiğim tecrübeleri gösteriyor bana. Ve onların hepsi Ben’im…


     Kelimeleriniz ne zaman, nerede kalemin kâğıtta raks etmesini sağlıyor?
     Her zaman yazma ruhunda olamıyorum. Yazmak zorlamaya gelmiyor. Ara vermeden, kesintisiz, blok çalışmayı seven biriyim. O gün için yapılacak küçük bir işim bile olsa bu düşünce beni yazının başına oturtmuyor. Konsantre olmamı engelliyor. O nedenle gece sessiz ve kimsenin rahatsız etmeyeceği zamanlarda yazmak hoşuma gidiyor. Ruhumla baş başa kaldığımı hissettiğim bu zamanlarda yazmak için kendimi zorlamam da gerekmiyor. Kendimi rahat bıraktığımda, kelimeler de rahat ve çabuk çıkıyorlar gizlendikleri yerden.


     Okumayı sevdiğiniz Türk ve Dünya yazarları kimlerdir?
     O kadar çok var ki kimi söylesem diğerlerine haksızlık ediyormuşum gibi geliyor. Ancak Türk yazarlardan İnci Aral, Buket Uzuner, Adalet Ağaoğlu, Nazım Hikmet, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Peyami Safa, Kürşat Başar, Murathan Mungan, Orhan Pamuk özellikle sevdiğim kalemler. Dünya yazarlarından ise Albert Camus, Edgar Allan Poe, Sartre, Hemingway, Dostoyevski, Cronin, Shakespeare, Çehov, Steinbeck, Paulo Coelho, Susanna Tamaro özellikle sevdiğim yazarlar.

     Yakın tarihte adını duyup okuduğunuz yazarlar kimlerdir?
     Bu aralar Fransız yazar Jean –Christophe Grange ‘nin kitapları ilgimi çekiyor. Çok zekice kurgulanmış, beni son dakikaya kadar merak ve gerilimde tutan romanlarını okumaktan büyük keyif alıyorum.

     Benim bir de yemek kültür bloğum var. Yemek yapmak ve yemek yemek ile aranız nasıl?
      Açık söylemem gerekirse yemek yapmaya çok zaman ayırmıyorum. Buna rağmen bazen mutfağa girip saatlerce farklı yemekler yapmanın çok hoşuma gittiğini ve beni dinlendirdiğini söyleyebilirim. Özellikle dostlarımı yemeğe davet ettiğim zamanlar onlar için mutfağa girip güzel yemekler yapmayı seviyorum. Bana verilen tariflerle biraz oynayıp kendi damak zevkime uygun yeni ve farklı tatlar yaratmayı seviyorum. En sevdiğiniz yemek hangisidir? Farklı yörelere ve kültürlere ait yemekleri sever misiniz? Et yemekleri ile çok aram yok. Balığı ve Ege yöresinin zeytinyağlı yemeklerinin hemen hepsini çok seviyorum.


     Yemek yapmak yazı yazmak… İçinizde hangi duyguların esmesine neden oluyor?
     Her ikisi de insanın kendisini en güzel şekilde ifade etmesi. Yazarken de yemek yaparken de kendinizle baş başa kalıp ruhunuzun sesini dinliyor ve en güzel yaratımlarınızı ortaya koyuyorsunuz. Büyük bir keyif ve coşku ile…


     Sevdiklerinize özel günlerde yaptığınız bir yemek tarifini bizimle paylaşır mısınız?
     Elbette…  Özellikle tavuk etini seven arkadaşlarım için fırında kaşarlı tavuk tarifini verebilirim.

     Bu yemek için gerekli malzemeler ; (dört- beş kişilik bir yemek için ) 10 adet tavuk pirzola 3 orta boy patates 3 adet domates 4 adet sivri yeşilbiber 1 çay bardağı sıvı yağ 1,5 yemek kaşığı salça 1 su bardağı rendelenmiş kaşar, tuz, kekik, pul biber, isot, karabiber

     İlkönce büyük bir kapta salça, sıvı yağ ve baharatları karıştırarak sosunu hazırlayalım. Sonra bu kabın içine yuvarlak dilimler halinde kestiğimiz patatesleri ve pirzola tavukları koyalım. Hepsini karıştırarak güzelce harmanladıktan sonra fırın tepsisine ilk önce patatesleri dizelim. Üzerine tavukları yerleştirelim. Onun üzerine de yine yuvarlak dilimler halinde kestiğimiz domatesleri ve aralarına da yeşilbiberlerimizi yerleştirelim.

     En son üzerine hazırladığımız sosun kalanını dökelim. 170 derece fırına verelim. Yaklaşık 45 dk gibi bir zamanda pişiyor. Yemeğin pişmesine 5 dk kala fırından çıkartıp üzerine rendelenmiş kaşarı yayalım ve tekrar fırına verelim. 5 dk boyunca kaşar hafif kızarıp yayılana kadar pişirmeye devam edelim. Tavuğu tek başına yemeyi sevmeyenler için çok lezzetli ve güzel bir yemek oluyor.


       Yazmak isteyenlere nasıl tavsiyelerde bulunursunuz?
      Yazmak uzun soluklu bir uğraş. Biraz yetenek gerektirdiği doğru ancak artan bilgi ve birikim doğrultusunda zamanla daha iyi yazılıyor. Yazmayı sevenler iyi yazamadıklarını düşünüp vazgeçmesinler hemen. Başkaları ile kendilerini çok kıyaslamasınlar. Daha iyi yazanlara, kendi motivasyonları açısından sadece itici bir güç olarak baksınlar. Toplum hafızası denen bir olgu var. İnsanlar iyiyi biliyor, ayırt ediyor. Sadece yazacaklarına, üretecekleri yeni hikâyelere odaklansınlar.

     Küçücük bir derenin dağların arasından kıvrıla kıvrıla yolunu bulup denize akması gibi zaman içinde kendi yazdıklarının da bütüne ulaşacağından emin olsunlar. Bu işten para kazanıp hemen ünlü olacaklarını düşünerek yola çıkmasınlar. Yazmak insanın kendini en güzel ifade etme biçimlerinden biri. Elbette okur tarafından beğenilmek, takdir edilmek çok güzel bir duygu ancak ilkönce kendileri için yazsınlar. Yazdıkları ilk önce kendilerini tatmin etsin.

     Her işte olduğu gibi bu alanda da bazı zorluklar var. Yayınevleri, yeni bir yazarın kitabını basmaya yanaşmıyor maalesef. Bu yüzden bu işi parayla yapan yayınevleri çoğaldı ve maalesef bu konuda çok ciddi suiistimaller var. Eserlerini bastırmak için acele etmesinler. Ciddi bir araştırma yapmadan önlerine konan sözleşmeyi imzalamasınlar. Kendilerine ait bir eser, durduğu yerde değerinden kaybetmez. Her şeyden önce kendilerine ve yaptıklarına inansınlar. Kendileri inanmazsa hiç kimse yazar olduklarına inanmaz.


     Röportajı yapan siz olsaydınız, kendinize sorulmamış hangi soruyu sorardınız? Cevabınız ne olurdu?
      Kendime; Neden yazıyorsun? sorusunu sorardım. Cevabını da; “ sevdiğim ve kendimi en iyi yazarak ifade edebildiğim için” olarak verirdim…

     Röportaj teklifimi kabul edip içtenlikle cevapladığınız için teşekkür ederim.

     Bana böyle bir fırsatı verdiğiniz için ben teşekkür ederim.

     Lale Bollukcu


1 Eylül 2016 Perşembe

Zeliha Torun: Yazar değil yazanım…

Karşılıklı oturup sohbet ediyormuş gibi içten, kolay anlaşılır ve akıcı bir dil ile yazılan HASPAM, ilk sayfasından itibaren insanı sarıveriyor. Zeliha Hanım bu kitabında üzüntülerini, mutluluklarını, ümitlerini, umutlarını ve hayatta görüp, duyduklarını,  yaşadıklarını aktarmış.

Hayat koşuşturmacasının içinde nefes almak isteyenlere harika bir kitap yazan Zeliha Torun ile sıcacık kahve tadında bir söyleşi yaptık.




Zeliha Torun kimdir? Bize biraz kendinizi tanıtabilir misiniz?
1983 İstanbul doğumlu, severek evlenmiş olan anne babanın, sevgi dolu tek kızı. İsmini babaanneden almış ve dedesinin ismini taşıyan bir de kardeşi var, iki kardeşler. 23 yaşında evleniyor, güzel bir evliliği ve Allah’ım herkesin evladını bağışlasın 6 yaşında bir kızı var. Müzik ve kahvesi vazgeçilmezi. Nankörlüğe ve oyunlara tahammülü olmayan, herkesi seven ve mutlulukları için kendini paralayan bir tip Zeliha. Esasında artık bu huyunu pek sevmiyor.

Edebiyata olan tutkunuz nasıl başladı?
Edebiyata tutkunluk derken, gerçek edebiyat tutkunlarına ayıp etmiş olurum. Severim, okurum, yorum yapacaksam dahi dikkatli davranırım. Her okuyan diyen kadar okuyorum çünkü. Edebiyat tutkunluğu bambaşka yüksek çıtalı bir konum…

Kitabınızın başında “Yazar değil yazanım” diyorsunuz. Peki, bu kitabı yazmaya nasıl başladınız?
Evet, yazar değilim yazanım dedim, çünkü öyle. Haddim değil öyle yazarmış havalarında takılamam kitabım çıkmış diye. Bu kitabı yazmaya nasıl başladım sorusuna cevabım ise, ben zaten yazıyordum. Kitap çıkarmak maksatlı değil. İçini dökme diyebilirsiniz, içinden gelme diyebilirsiniz adına ne denilir bilmiyorum. Genelde çok duygusalsam veya çok öfkeliysem yazarım dökerim kendimi kâğıda. Arada bir de paylaşırdım sosyal ortamda. Beğenilirdi. Kitap bahsi okulda öğretmenlerim tarafından olsun, arkadaşlarım, ailem, çevrem tarafından olsun hep söylenirdi ama bir gün olsun düşünmemiştim kendim. Sonra bir gün rahmetli Kayahan… Çok severdim, severim… Vefat ettiğinde ona yazdığım bir yazıdan sonra telefon geldi tatlı bir sesten… ‘Kitap basıyoruz sana Zeliş’  Bu şekilde gelişti yani, iyi ki de oldu. Yazılarım sayfalara aktarıldı oradan da sizlere…

Yazı yazmak sizin için ne ifade ediyor?
Yazı yazmak benim için şarkı söylemek veya dinlemek gibi. Ben çok mutlu olduğumda ya da üzgün olduğumda avaz avaz şarkı söyler ya da dinlerim. Artık genellikle yazıyorum yazıya döker oldum tüm şarkılarımı.

Sizi yazmaya özendiren şeyler nedir?
Beni yazmaya özendiren bir durum yok aslında. İçimden o an yazmak geliyorsa yazıyorum ama özenle paylaştığım doğrudur

En büyük hayaliniz ne idi?
 Müzik öğretmeni olmaktı

Hayatınızda en fazla iz bırakan olay veya durum nedir?
Kızımdan evvel ikizlerim vardı, kaybettim.
O his ve o iz kalıcılığını hiç kaybetmiyor.

Sosyal paylaşım sitesindeki “Kahve Kozalakları” sayfanızda çok güzel sözler yazıp paylaşıyorsunuz. Sayfanızın ismini nereden esinlendiniz? 
“Kahve Kozalakları” benim günlüğüm  Ben kahveyi çok severim, böyle baya baya  Marifet değil ama evde su bitse fark etmem kahve hep stokludur Kozalak durumu ise, kızım bir pazar sabahı eşimle dışarı çıkıyor dönüş yolunda bana bir sürü kozalak topluyor. Ben uyuyordum sesine uyandım koşa koşa geldi  ‘anneciğim bak sana bir sürü çiçek topladım’ diyerek o kozalakları üstüme bıraktı ama yüzüme doğru  Kahve ve kozalağı birleştirdim bende sayfa ismi düşünürken,  güzel oldu sevdim öyle bir isim çıktı ortaya

Kitap ismi olarak ilginç ve bir o kadar da dikkat çekici bir isim bulmuşsunuz. Bu isim nereden aklınıza geldi?
Kitabımın adını editörüm seçti  Bir sohbet esnasında, öyle hiç bir halt olmadığı halde havasından geçilmeyen tiplerden bahsederken üst üste o kadar çok o kelimeyi kullanmışım ki, kulağı çınlasın Tansel abim    ” Zeliş kitabının adı tamamdır ‘HasPam’ olsun”  dedi  Çok ta güzel oldu

Kelimeleriniz ne zaman, nerede kalem ile kâğıtta raks ediyor?
Çok kızmışsam, çok kırılmışsam ya da çok duygusalsam o an yer, mekân, zaman fark etmiyor. Bir bakıyorum onlar çoktan raks haline geçmişler bile her şeyden ve herkesten bağımsız olarak

Benim bir de yemek kültür bloğum var. Yemek yapmak ve yemek yemek ile aranız nasıl? 
Takibe aldım bile bloğunuzu harika.  Yemekle aram iyidir, zaten görüntüm bunu eleveriyor.  Canım istesin çok güzel yemekler yaparım hem de bizim yörelerin mutfağından,  Urfa mutfağı acılı acılı misss...

En sevdiğiniz yemek hangisidir? Farklı yörelere ve kültürlere ait yemekleri sever misiniz?
En sevdiğim yemek ‘Unut Beni’ yemeğidir. Biraz zahmetli bir yemek olduğundan, ‘ beni  yılda bir kere ye, sonra unut ‘ dermiş yemek sana.  Annem, babaannem ve halam üçlüsü yaparken öyle derlerdi.  Komiktir ama ben adından ötürü çok içlenirim o yemeği yaparken de yerken de.  Ekşisi abartılmazsa tadı harikadır. Başka mutfaklara biraz uzağım açıkçası. Sevmem desem hatta daha dürüst davranmış olurum.

Yemek yapmak yazı yazmak… İkisinin arasındaki benzerlikler nelerdir sizce?
İkisinde de emek var tabi ama bence başka ortak bir yanı yok. Yemeğe ne kadar duygu katarsan kat, yazdığın gibi olmaz ki…

Sevdiklerinize özel günlerde yaptığınız bir yemek tarifini bizimle paylaşır mısınız?
Şişbelek ve unut beni yaparım. Şişbelek gene bizim oranın çorbası sayılıyor yani benim için öyle en azından. Bu ikisin bulunduğu sofrada mutlaka en sevdiklerim vardır.  Unut beni yemeğinin tarifini verebilirim.

 UNUT BENİ
 MALZEMELERİ
1 su bardağı Nohut, 1 paket pirinç unu, 250 gr. çiğ köftelik kıyma, 1 çay bardağı katı yağ, 2 yemek kaşığı kadar biber ve domates salçası, yarım kilo kadar kuşbaşı et, karabiber, tuz, nane, çok az limon tuzu

UNUT BENİ
HAZIRLANIŞI 
Nohut ve et haşlanıyor.
Çiğ köftelik kıymamıza tuz, karabiber ve pirinç unumuzu da ekleyerek yoğuruyoruz. Nohuttan bir gıdım daha ufak olacak şekilde yuvarlıyoruz.
(Yılda bir denilmesinin sebebi bu minik yuvarlaklar )
Minnacık yuvarlak köftecikler yapıyoruz ve kaynamış suda haşlıyoruz.
Margarinimizi eritip, salçalarımızı ve nanemizi katıyoruz.
5 su  bardağı  kadar su ekleyip, limon tuzundan da azıcık atarak kaynamasını bekliyoruz.
Kaynayınca pişmiş olan nohut, et ve köftelerimizi ekliyor 20 dakika daha kaynatıyoruz.
Altını kapatınca da afiyetle yiyoruz.

Röportajı yapan siz olsaydınız, kendinize sorulmamış hangi soruyu sorardınız? Cevabınız ne olurdu?

İnsanların  seni üzmelerine neden izin veriyorsun sen hiç akıllanmayacak mısın?  Diye sorardım
Cevabım da ‘kendi salaklığım kabul ediyorum ama bir gün ters anıma gelecekler az kaldı’ olurdu
He bir de ‘ne olacak bu haspamların hali’ diye sorardım
Ona cevabım da ‘hep haspam kalacaklar olurdu’

Röportaj teklifimi kabul edip içtenlikle cevapladığınız için teşekkür ederim.
Adı güzel gönlü güzel insan asıl ben teşekkür ederim içtenliğiniz ve nezaketiniz için…
Sevgimle kalın…


Lale Bolllukcu

13 Ağustos 2016 Cumartesi

Tahinli Special Tatlı



Tahinli Special Tatlı

Malzemeler:
3 adet yufka
Tahin
Kızartmak için sıvı yağ
Süslemek için muz, fındık, ceviz, çikolata sos vs. 

Yapılışı:
Aniden bir misafiriniz geldiğinde ya da canınız çok tatlı istediğinde pratik hazırlanan bir tatlı.Tarifi sevgili yazarımız Saadet Aydınlıoğlu'ndan...

Saadet Hanım özel zamanlarda bu tatlıyı yapıyor.

 Kolay lezzetli ve görüntüsü şık…

Üç tane yufkanın her birini sekiz üçgen parçaya bölün. 
Her parçaya fırçayla tahin ezmesi sürün ve  genişçe sarın. 
Tavada biraz yağda kızartın. 
Servis tabağına alınca üzerini çikolata sosu, muz dilimleri, fındık ve ceviz parçalarıyla evdeki malzemeyle istediğiniz gibi süsleyin.

Afiyet olsun...