Bir koltuğa birçok karpuz sığdıran değerli
yazarımız ayrıca şiir yazıyor, resim yapıyor, Kuantum yaşam koçu ve NLP uzmanı.
Uzun yıllara dayanan Kuantum yaşam koçluğu deneyimi ve birikimini Türkiye’de
ilk kez bir roman içinde okuyucuya aktaran Serpil Ciritci ile sıcacık candan
gülüşü gibi içten bir röportaj gerçekleştirdik…
Bize biraz kendinizi tanıtabilir misiniz?
Adana doğumluyum. İlk, orta ve yüksek öğrenimimi
Adana’da tamamladıktan sonra bir süre kamu ve özel şirketlerde çalıştım. 15 yıl
önce Adana’dan ayrılarak İstanbul’a yerleştim. Son olarak İstanbul’da bir
holding’ in satış biriminde yönetici olarak çalıştıktan sonra oradan ayrılarak
koçluk ve nlp eğitimleri aldım. Çocukluğumdan bu yana okumayı çok sevdiğim için
zamanla yazma hevesim başladı. İlk önce kısa denemeler, öyküler yazmaya
başladım.
İlk romanım Gümüşlük Meleği 2012 yılında,
bundan iki yıl sonra da Kuantumun Gücü adlı kitabım yayınlandı. Halen son
romanım üzerinde çalışıyorum. Birçok şehirde bireysel ve kurumsal olarak
kişisel gelişim konulu eğitimler, seminerler verdim ve vermeye devam ediyorum.
Okumaktan ve yazmaktan arta kalan zamanlarda seyahat etmeyi, resim ve karikatür
çizmeyi seviyorum.
Kuantum fiziğine ilginiz ne zaman, nasıl başladı?
Okumayı çok sevdiğim için konu ayırt
etmeksizin bulduğum her kitabı okuyordum. Özellikle felsefe, psikoloji ve
kişisel gelişim konulu kitaplar ilgimi çektiği için zamanla spiritüel konulara
ilgim başladı. Oldubitti görünenlerden çok, görünmeyenlere inanma eğilimi
taşırım. Fakat aynı zamanda gerçekçi ve mantıklı bir düşünce sistematiğine
sahip olduğum için okuduğum metafizik kitaplarını mantıklı bir temele oturtmak
için bu konularda yazılmış bilimsel kitapları da okumaya başladım. Okuma sevdam
35 yıldır sürüyor ancak spiritüel kitaplarda “ çekim yasası “ olarak geçen
yasayı en iyi kuantum fiziği açıkladığı için son on yıldır bu konulara ilgim
arttı.
Gümüşlük Meleği sizin ilk kitabınız. Ayrıca Kuantum öğretisini
Türkiye’de ve belki de Dünya’da roman içinde aktaran bir ilk kitap… Kuantum
öğretisini bir romanda harmanlama fikri nasıl oluştu?
Kuantum felsefesi öylesine inandığım bir
öğreti ki; ne yazarsam yazayım bu inancımın izlerini taşıyacağını bildiğim için
rastgele bir roman yazmaktan ziyade içine bu öğretileri serpiştirebileceğim bir
roman yazmak istedim. Piyasada bu konularda yazılmış kitap çok. Bu nedenle
insanların daha rahat okuması ve kuantumun aslında hayatımızla çok iç içe bir felsefe
olduğunu anlayabilmesi için bu öğretiyi bir roman şeklinde kurguladım.
Kitabınızın ismi gibi konusu da Gümüşlük’te başlayıp bitiyor. İlginçtir
ki ben de Gümüşlük’lüyüm. Halikarnas Balıkçısının ünlü bir sözü vardır,
“Akıllarını hep Bodrum’da bırakıp gittiler.” Bence Gümüşlük’e gelen her kişi de
ruhunun mutlaka bir parçasını bırakıp gidiyor. Değil mi?
Gümüşlük’e ilk gittiğimde çocuktum. O
tablo gibi güzel görüntü, görür görmez ruhuma kaydoldu ve bir daha silinmedi.
Ne zaman huzur dolu bir ortam hayal etsem aklıma o görüntü geldi. Halikarnas
Balıkçının cümlesine ekleyebileceğim tek bir cümle daha var. Ben yüreğimi de
Bodrum’da bırakıp gittim.
Gümüşlük Meleği isimli kitabınızı yazmaya başlarken kurguyu önceden mi
belirlediniz? Yoksa bütün olay örgüsü siz yazdıkça mı gelişti?
Annemin amcası yani büyük amcam Bodrum’un
ilk doktorlarındandı. Dr Alim Ekinci, Bodrum yerli halkının da yakından
tanıdığı ve çok sevdiği bir insandı. Çocukluğumun yazları onun yanında geçti.
Onun hastalarına olan ilgisi, sevgisi beni derinden etkiledi. Bunun yanı sıra
çok kitap okur, o dönemde orada yaşayan sanatçılarla yakın görüşür, onlarla
derin sohbetler yapardı. Kitap, müzik, tasavvuf konulu bu sohbetlerin
bazılarına şahit oldum. O zamanlar çocuk aklımla amcam bana bir melek gibi
görünürdü. Büyük, küçük insanlardan sevgisini esirgemeyen ve ihtiyacı olan
herkese koşan bu melek, yıllar sonra “Gümüşlük Meleği “ adlı ilk romanımın esin
kaynağı oldu. Kurgu önceden kafamda belliydi. Sadece sonu yani hikâyeyi nasıl
bitireceğim bir gün önce şekillendi. Gümüşlük’teki imza günümde bir caddeye
amcamın adını verdiklerini öğrendim. Bu benim için ayrı bir gurur ve sevinç
kaynağı oldu.
On parmağınızda on marifet saklı. Çeşitli yerlerde ortak ve kişisel
resim sergileri de açtınız. Resim yapmaya ne zaman başladınız?
İlkokulda yazmayı öğrendiğim ilk günlerde
defterlerime resim çizdiğim için öğretmenimin anneme şikâyet ettiğini
hatırlıyorum. Büyüdükçe bu tutkum daha da arttı. Ortaokul ve lisede katıldığım
resim yarışmalarında ödüller aldım. Bir yandan da karikatür çiziyordum. Yeni
yetiştiğim dönemlerde Gırgır dergisine karikatürlerimi gönderdiğimi
hatırlıyorum. Daha sonra eğitim alarak yağlı boya tablolar yapmaya başladım.
Sonraları yazma tutkum ağır bastı. Renklerden çok kelimelerle oynamayı daha çok
sevdiğimi fark ettim. Bugün itibariyle zihnimi dinlendirmek istediğim
zamanlarda hâlâ resim yapıyorum. Beni dinlendiriyor.
Kitaplarınızda en beğendiğiniz ya da beğenmediğiniz yerler var mı?
İnsanın ilk romanı ilk çocuğu ilk göz
ağrısı gibi... Sinema sanatçılarının yıllar sonra ilk filmlerini çok
beğenmemeleri gibi ben de ilk romanımda acemice yazılmış cümlelere, fazlalık ya
da eksikliklere rastlıyorum. Buna rağmen o haliyle bile beğeniyorum. O zamandan
bu yana kat ettiğim yolu edindiğim tecrübeleri gösteriyor bana. Ve onların
hepsi Ben’im…
Kelimeleriniz ne zaman, nerede kalemin kâğıtta raks etmesini sağlıyor?
Her zaman yazma ruhunda olamıyorum. Yazmak
zorlamaya gelmiyor. Ara vermeden, kesintisiz, blok çalışmayı seven biriyim. O
gün için yapılacak küçük bir işim bile olsa bu düşünce beni yazının başına
oturtmuyor. Konsantre olmamı engelliyor. O nedenle gece sessiz ve kimsenin
rahatsız etmeyeceği zamanlarda yazmak hoşuma gidiyor. Ruhumla baş başa kaldığımı
hissettiğim bu zamanlarda yazmak için kendimi zorlamam da gerekmiyor. Kendimi
rahat bıraktığımda, kelimeler de rahat ve çabuk çıkıyorlar gizlendikleri
yerden.
Okumayı sevdiğiniz Türk ve Dünya yazarları kimlerdir?
O kadar çok var ki kimi söylesem
diğerlerine haksızlık ediyormuşum gibi geliyor. Ancak Türk yazarlardan İnci
Aral, Buket Uzuner, Adalet Ağaoğlu, Nazım Hikmet, Yaşar Kemal, Orhan Kemal,
Peyami Safa, Kürşat Başar, Murathan Mungan, Orhan Pamuk özellikle sevdiğim
kalemler. Dünya yazarlarından ise Albert Camus, Edgar Allan Poe, Sartre,
Hemingway, Dostoyevski, Cronin, Shakespeare, Çehov, Steinbeck, Paulo Coelho,
Susanna Tamaro özellikle sevdiğim yazarlar.
Yakın tarihte adını duyup okuduğunuz yazarlar kimlerdir?
Bu aralar Fransız yazar Jean –Christophe
Grange ‘nin kitapları ilgimi çekiyor. Çok zekice kurgulanmış, beni son dakikaya
kadar merak ve gerilimde tutan romanlarını okumaktan büyük keyif alıyorum.
Benim bir de yemek kültür bloğum var. Yemek yapmak ve yemek yemek ile
aranız nasıl?
Açık
söylemem gerekirse yemek yapmaya çok zaman ayırmıyorum. Buna rağmen bazen
mutfağa girip saatlerce farklı yemekler yapmanın çok hoşuma gittiğini ve beni
dinlendirdiğini söyleyebilirim. Özellikle dostlarımı yemeğe davet ettiğim
zamanlar onlar için mutfağa girip güzel yemekler yapmayı seviyorum. Bana
verilen tariflerle biraz oynayıp kendi damak zevkime uygun yeni ve farklı
tatlar yaratmayı seviyorum. En sevdiğiniz yemek hangisidir? Farklı yörelere ve
kültürlere ait yemekleri sever misiniz? Et yemekleri ile çok aram yok. Balığı
ve Ege yöresinin zeytinyağlı yemeklerinin hemen hepsini çok seviyorum.
Yemek yapmak yazı yazmak… İçinizde hangi duyguların esmesine neden
oluyor?
Her
ikisi de insanın kendisini en güzel şekilde ifade etmesi. Yazarken de yemek
yaparken de kendinizle baş başa kalıp ruhunuzun sesini dinliyor ve en güzel
yaratımlarınızı ortaya koyuyorsunuz. Büyük bir keyif ve coşku ile…
Sevdiklerinize özel günlerde yaptığınız bir yemek tarifini bizimle
paylaşır mısınız?
Elbette…
Özellikle tavuk etini seven arkadaşlarım için fırında kaşarlı tavuk
tarifini verebilirim.
Bu yemek için gerekli malzemeler ; (dört-
beş kişilik bir yemek için ) 10 adet tavuk pirzola 3 orta boy patates 3 adet
domates 4 adet sivri yeşilbiber 1 çay bardağı sıvı yağ 1,5 yemek kaşığı salça 1
su bardağı rendelenmiş kaşar, tuz, kekik, pul biber, isot, karabiber
İlkönce büyük bir kapta salça, sıvı yağ ve
baharatları karıştırarak sosunu hazırlayalım. Sonra bu kabın içine yuvarlak
dilimler halinde kestiğimiz patatesleri ve pirzola tavukları koyalım. Hepsini
karıştırarak güzelce harmanladıktan sonra fırın tepsisine ilk önce patatesleri
dizelim. Üzerine tavukları yerleştirelim. Onun üzerine de yine yuvarlak
dilimler halinde kestiğimiz domatesleri ve aralarına da yeşilbiberlerimizi
yerleştirelim.
En son üzerine hazırladığımız sosun
kalanını dökelim. 170 derece fırına verelim. Yaklaşık 45 dk gibi bir zamanda
pişiyor. Yemeğin pişmesine 5 dk kala fırından çıkartıp üzerine rendelenmiş
kaşarı yayalım ve tekrar fırına verelim. 5 dk boyunca kaşar hafif kızarıp
yayılana kadar pişirmeye devam edelim. Tavuğu tek başına yemeyi sevmeyenler
için çok lezzetli ve güzel bir yemek oluyor.
Yazmak isteyenlere nasıl tavsiyelerde bulunursunuz?
Yazmak
uzun soluklu bir uğraş. Biraz yetenek gerektirdiği doğru ancak artan bilgi ve
birikim doğrultusunda zamanla daha iyi yazılıyor. Yazmayı sevenler iyi
yazamadıklarını düşünüp vazgeçmesinler hemen. Başkaları ile kendilerini çok
kıyaslamasınlar. Daha iyi yazanlara, kendi motivasyonları açısından sadece
itici bir güç olarak baksınlar. Toplum hafızası denen bir olgu var. İnsanlar
iyiyi biliyor, ayırt ediyor. Sadece yazacaklarına, üretecekleri yeni hikâyelere
odaklansınlar.
Küçücük bir derenin dağların arasından
kıvrıla kıvrıla yolunu bulup denize akması gibi zaman içinde kendi yazdıklarının
da bütüne ulaşacağından emin olsunlar. Bu işten para kazanıp hemen ünlü
olacaklarını düşünerek yola çıkmasınlar. Yazmak insanın kendini en güzel ifade
etme biçimlerinden biri. Elbette okur tarafından beğenilmek, takdir edilmek çok
güzel bir duygu ancak ilkönce kendileri için yazsınlar. Yazdıkları ilk önce
kendilerini tatmin etsin.
Her işte olduğu gibi bu alanda da bazı
zorluklar var. Yayınevleri, yeni bir yazarın kitabını basmaya yanaşmıyor
maalesef. Bu yüzden bu işi parayla yapan yayınevleri çoğaldı ve maalesef bu
konuda çok ciddi suiistimaller var. Eserlerini bastırmak için acele etmesinler.
Ciddi bir araştırma yapmadan önlerine konan sözleşmeyi imzalamasınlar.
Kendilerine ait bir eser, durduğu yerde değerinden kaybetmez. Her şeyden önce
kendilerine ve yaptıklarına inansınlar. Kendileri inanmazsa hiç kimse yazar
olduklarına inanmaz.
Röportajı yapan siz olsaydınız, kendinize sorulmamış hangi soruyu
sorardınız? Cevabınız ne olurdu?
Kendime;
Neden yazıyorsun? sorusunu sorardım.
Cevabını da; “ sevdiğim ve kendimi en iyi yazarak ifade edebildiğim için”
olarak verirdim…
Röportaj teklifimi kabul edip içtenlikle cevapladığınız için teşekkür
ederim.
Bana böyle bir fırsatı verdiğiniz için ben
teşekkür ederim.
Lale Bollukcu