28 Şubat 2016 Pazar

Bir Hamur Üç Farklı Tatlı : Çikolata Soslu Muzlu Tart Kek, Mozaik Kek ve Çikolatalı Cup Puding









Havaların yavaş yavaş ısınmaya başladığı bu günlerde nedendir bilmem içime bir mutluluk doğar. Bu mutluluğu da yaptığım yemeklere ve işlere yansıtırım.



                                                      HAYAT    

                                              Nefes aldıkça hayatta,
                                              Yeni bir güne merhaba.
                                              Sürprizler var anlarda,
                                              Anı doyasıya yaşa...

                                               Umutla bak dünyaya,
                                              Yenilme haksızlıklara,
                                              Yaşadığın her dakikada,
                                              Mutluluk gizli unutma...

                                              Hüzünlerini bir kenara bırak,
                                              Maviliklere yelken açmaya bak,
                                              Sevdiklerinle bir arada
                                               Hayatı doyasıya yaşa...        Lale BOLLUKCU 




           Yukarıdaki şiirdeki  gibi dünyaya umutla bakalım. Yaşadığımız her dakikada mutluluğun gizli olduğunu unutmayalım.



    
       Evet gelelim tatlılarımızın tarifine. 

       İlk olarak benim gibi iki keki de aynı anda yapmak istiyorsanız tart kalıbı ve dikdörtgen kek kalıbına ihtiyacınız var.

       Kek Hamuru İçin Malzemeler :

      4     yumurta      1,5  su bardağı şeker ( Ben daha tatlı seviyorum diyenler ölçüyü 2 bardak yapabilirler )
      1,5  su bardağı süt
      1     bardak sıvı yağ
      1.5  kabartma tozu
      1     paket vanilya
      4    su bardağı un ( Yarım bardağını ayırıp gerekirse ilave edin )
      1     paket kakao ( 25 gr. ) ( Daha koyu sevenler takribi 40 gr. koyabilirler )

       
      Yapılışı :

      Yumurtalarla beraber şekeri biraz çırpalım. Süt, sıvı yağ ve vanilyayı ekleyerek iyice karıştıralım.  Bir başka kaba 3,5 bardak unu ve kabartma tozunu eleyelim. Elediğimiz unu da hamura ekledikten sonra yavaş yavaş karıştırarak kıvamına bakalım. Eğer koyu boza kıvamında değilse ayırıp elediğimiz yarım bardak un ile karıştıralım. Beyaz hamurumuz hazır olduğunda içinden 2 bardağını kenara ayırarak yine elediğimiz kakaoyu ekleyelim. İyice harmanlanan kakaolu karışımımızın bir bardağını ayırarak kalanını yağlanmış tart tepsisine dökelim. Dikdörtgen tepsinizi de yağladıktan sonra bir bardak beyaz hamurumuzu üstüne yarım bardak kakaolu hamurumuzu art arda ekleyerek mozaik kek için hazırlığımızı tamamlayalım. Fırınınız alıyorsa benim gibi yan yana koyarak pişirebilirsiniz. Ben kek pişireceğim zaman ilk olarak keki fırına yerleştiririm sonra fırının ısısını ayarlayıp çalıştırırım. Siz nasıl alışkınsanız ister direk ister ısınmış fırına keklerinizi koyun. Fırının ısısını takribi 170 dereceye ayarlayarak 45 - 50 dakika pişirin. Dakika dolunca kürdan testi ile pişip pişmediğini kontrol edin.

      Pişen keklerinizi fırından çıkararak soğumalarını sağlayın.

      Soğuyan tart kekinizi bir başka tabağa ters çevirerek altının üste gelmesini sağlayın.

      Şimdi sırada Çikolatalı Puding var.

      Çikolatalı Puding İçin Malzemeler :

      1,5  litre süt
     1,5 su bardağı şeker
      2    yemek kaşığı nişasta
      1    yemek kaşığı pirinç unu
      1    yemek kaşığı un
      1    paket kakao ( 25 gr ) 
      1/2 yemek kaşığı margarin
      1    küçük paket bitter çikolata (80 gram)
      1    paket vanilin
  
       Şeker ve bitter çikolata hariç diğer bütün malzemeleri karıştıralım. Orta ateşte devamlı karıştırarak pişirelim. İndirmemize yakın şekerini ve parçalara böldüğümüz bitter çikolatayı da katarak on dakika daha karıştıralım. Ocağın altını kapattıktan sonra ara ara karıştırarak üstünün kabuk tutmasını engelleyelim.

       Sıra geldi Tart Kekimizi yapmaya.
   
       İlk olarak 2 adet muzu ince ince doğrayalım. Tart kekimizi bir başka kaba ters çevirelim ve üzerine biraz pudingden yayalım. Dilimlediğimiz muzları pudingin üzerine dizelim. Muzların üzerine tekrar pudingten güzelce dökelim.

        Kalan pudingimize göre küçük boy su bardaklarının içine birer dilim mozaik kekten koyalım. Bardakları bir parmak boşluk kalacak biçimde pudingle dolduralım. Üzerlerini kalan muz dilimleriyle süsleyelim. İsterseniz üzerine fındık kırığı, hindistan cevizi, antep tozu koyarak da süsleyebilirsiniz.

       Afiyet olsun...

       Lale BOLLUKCU
                                                                                                                                                                   

16 Şubat 2016 Salı

Okurun bir kitabı sadece okumuş olması için değil, bazı konuları araştırarak öğrenmesi için de kitap okumasını isteyen yazarımız: Murat Şahin

Kısa Zamanda 3.ncü Baskısı Yapılan Esnaf Lokantası'nın Başarılı Yazarı Murat Şahin ile Söyleşi





Öncelikle sizinle söyleşi yapma fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim.
Murat Şahin kimdir? Bize kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz?

1977 İzmir Gültepe doğumluyum. Yaklaşık 1996’dan beri öykü yazıyorum. Bu öykülerim Notos Öykü, Dünyanın Öyküsü, Kitapçı gibi çeşitli dergilerde çıktı. Daha sonra 2008 yılında bu öyküleri bir kitapta toplamayı düşündüm. Amtafarak ismi ile yayınladım. Yaklaşık 2008 yılından 2011 yılına kadar kitap piyasada kaldı. 2011 yılında baskısı bitti.
2011 yılında İstanbul’da bir Kent Projesi hayata geçirildi. Proje kapsamında yaklaşık 40 yazar 40 semti anlattı. İlk 10 proje içine girdi. Sonra bu proje İzmir’e uyarlandı ve 45 yazar 45 semti anlattı. Benim Gültepe’de doğum yaşadığımdan dolayı Heyamola Yayınları bu projeye katılmamı istedi. Kent Projesi olarak 2011 yılında Direniş Adı Gültepe’yi yazdım.
Öykülerim çoğaldı ve Esnaf Lokantası için Minval Yayınları ile sözleştik. 2015 Nisan ayında çıktı. Çıktığının 3.ncü günü ilk baskısı tükendi. Hemen 2.nci baskısı yapıldı. Şimdi 3.ncü baskısı yapılıyor. Normalde öykü çok basılmaz. Mesela roman 2000 basılıyorsa öykü 1000 basılır. İlk baskısı 1500 yaptık. İkinci baskıyı 1500 yaptık. Üçüncü baskı birkaç güne kadar satışa çıkacak.
Amtafarak öykü kitabımı kayıp bir kitap gibi düşünüyorum. Yeterince duyuramadık, yeterince okura ulaştıramadık. Onun içinden çok sevdiğim 6 öyküyü aldım ve hazırdaki 10 öyküm ile birlikte Minval Yayınları’ndan Son Tren isimli öykü kitabımı çıkardım. Bu sene Ocak ayında yayınlandı. Minval Yayınları Esnaf Lokantası’nın başarısından sonra Son Tren kitabını 5000 adet olarak bastılar. Biz bu kitabın arkasındayız dediler.
Gerçekten arkasında oldukları kadar var. Her iki kitabı da okuduğum için güzel bir okuyucu kitlesine ulaştığınıza eminim. Kendimizi bulduğumuz, etrafımızda gördüğümüz, çevremizde izlediğimiz, kulak misafiri olduğumuz olayların derlemesi. Yazım tarzınız çok güzel, akıcı.

Özellikle şunu yapmaya çalışıyorum okuru yormadan, meraklandırarak, sonuca ulaştırmaya çalışıyorum.

Birkaç öykünüzde dikkatimi çekti. Öyküyü okurken ana karakterin erkek olduğunu düşündüm. Öykünün son cümlesine geldiğim de ise ana karakterin bayan olduğunu öğrendim.

Beş öyküsünün sonunda da ana karakterin kadın olduğunu öğreniyorsunuz. Kaptan hikâyesinde de aynı şekilde. Ben okurun beyninde taht kurup bir yandan da kalbini yokluyorum. Vicdan dediğimiz duygu çok önemli benim için. İnsan hayatının yaşam içerisindeki sürecinde vicdanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çok önemsiyorum. Kurgu üzerinden çıkarak öykülerimi yazıyorum.
Edgar Allan Poe dan çok etkilendim. Kurguları beni cezbediyor ve Morgue Sokağı Cinayeti kitabını tekrar tekrar okuyorum. Hikâyelerimde kurgu yapmaya başladım. İlk kitabımdaki öykünün ismi Amtafarak, karafatmanın tersten yazılışı. Çünkü ben karafatmayı anlatıyorum öyküde. Okurun en başta onun karafatma olduğunu bilmemesi için ismini tersten yazdım. Hikâyeyi okurken karakterin ilk olarak insan olduğunu sanıyorsunuz. Sonra kedi, fare ve en sonda finalde de karafatma olduğunu öğreniyorsunuz. Okuru şaşırtmayı çok seviyorum. Finallerimin okur için hep vurucu olmasını istiyorum.
Değerli yazar Aydoğan Yavaşlı bana, Sen burada ne anlatıyorsun? Okura ne anlatıyorsun? dedi. Benim öyküye bakış açımı değiştiren bir sözdür bu.
Ben Esnaf Lokantası’nda Yusuf Atılgan’ı anlatıyorum. Son Tren’de Özkan Mert’i anlatıyorum. Bekle Beni’de Konstantin Simonov’u tanıtıyorum. Çeyiz hikâyesinde Alzheimer hastası bir annenin, anneannenin hikayesini anlatıyorum, 12 yaşındaki bir kız çocuğunun gözünden. Efe, Ali ve Mıstık’ın hikayelerinde bizim 80 kuşağının, 90 kuşağının çocukluğunu anlatıyorum.
Neden anlatıyorum bunları? Hatırlatmak için. Bakın biz böyle yaşıyorduk. Bizim çocuklarımız aaa bak annelerimiz, babalarımız bunları yaşamışlar desinler diye yaşanmışlıkları anlatıyorum. Biz ağaçtan düşüp kolunu kıran bir nesildik. Playstatıon konsolunun kaplosuna takılıp düşen bir nesil değildik.

Evet güzel bir konuya değiniyorsunuz. Biz dışarıda sokakta oyun oynayan bir nesildik. Arkadaşlık vardı. Gerçek olayları kurgulayarak geçmişimizi bugüne taşıyarak yazıyorsunuz. Klasik bir soruyla devam edeyim. İlk ne zaman, nasıl yazmaya başladınız?

Sürekli okuyan bir kişiydim. Hâlâ da okuyorum. İlk olarak nasıl öykü yazarım diyerek 1996 yılında Amtafarak ve Kör Karanlık’ı yazdım. Arkadaşlarıma gösterdikçe çok ilginç ve güzel olduğunu söylediler. Ben de öykü dergilerine göndermeye başladım. Dergilerde yayınlanmaya başladıkça bu işe devam etmeye başladım. İnsanları şaşırtmak için yazıyorum.

Zaten yazmak cesarettir bir şekilde. Cesaretli olanlar bu adımı atarlar. Bir öykü yazacağınız zaman nasıl, nerede, ne zaman yazarsınız yazılarınızı?

Önce hikâyeyi bulduğum zaman ilk olarak sonunu bulmam lazım. Hikâyenin sonunu bulamazsam yazamıyorum. Kafamda kurguluyorum önce ve özellikle geceleri yazıyorum. Çoğunluk için ilk cümle önemlidir, benim için son cümle. Hikâyenin sonunu bulduğum anda geceleri kendimi dışa kapayarak yazıyorum.

Okumaktan hoşlandığınız Türk ve Dünya yazarları hangileri? Özellikle yakın zamanda yazanlar arasında.

Edgar Allan Poe, Sait Faik Abasıyanık baştacımız…
Melisa Kesmez, Onur Caymaz, Barış Bıçakcı. Özellikle Türk öykücülerini okumaya çalışıyorum. Herkes gibi yazarsanız sıradanlaşırsınız. Ben biraz farklı yazmak istiyorum. İnsan sıcaklığı olan her şeyin ilgi göreceğini ve önemli olanın okuru kalbinin bir köşesinden yakalamak olduğunu düşünüyorum. Kalbinin bir köşesinden yakaladığınızda o okur sizi hep okumaya devam eder. Siz de onu öykülerinizde alır götürürsünüz. Ben okuru alıp çocukluğuna götürmek istiyorum.
Bekle Beni öyküsünü okuduktan sonra Konstantin Simonov’u Google yazarak aratmalarını kim olduğunu öğrenmelerini istiyorum. Bekle Beni şiirini açıp okumalarını istiyorum. Ezgi’nin Günlüğü’nü tanımalarını istiyorum. Bekle Beni şiirini bestelediklerinden dolayı Ezgi’nin Günlüğü’nü dinlemelerini istiyorum. Diren Ey Kalbim’le Özkan Mert’i tanısınlar araştırsınlar öğrensinler istiyorum. Okura hedef gösteriyorum, ama güzel hedefler.

Okurun bir kitabı sadece okumuş olması için değil, bazı konuları araştırarak öğrenmesi için de kitap okumasını istiyorsunuz

Okuru biraz yönlendirmek istiyorum. Nasıl Esnaf Lokantası’nda Yusuf Atılgan’ı merak etmesini istiyorsam, Çeyiz’i okuduğunda Alzheimer hastası bir insanın neler yaşadığını, yanındaki insanlarında ne kadar üzgün ve yıpratıcı bir dönem yaşadığını bilsin istiyorum. Ben okura şunu anlatmak istiyorum, ben seni anlatıyorum. Ben çok iyi bir anı çalıcısıyım. Bu hikâyelerin yüzde doksanı yaşamış insanların anılarından oluşmakta.

İnternetteki sayfanızda kendiniz için okur/yazar, gezer/yazar, izler/yazar demişsiniz. Yazmak sizin için ne ifade ediyor? Duygularınız sizi nerelerden getirip nerelere götürüyor?

Yazmak benim için, hepimizin duygu bütünlüğünü, mutluluğunu, mutsuzluğunu aktarmaya çalışmaktır. Bu ortak paydaları birbirimize aktarmak istiyorum. Öykülerde yaşananlar hepimizin duyguları, yaşanmışlıkları. Yazmak benim için çok önemli. Hep yazacağım. Bir insanın yaşadığı her hangi bir olayı, mutlu, mutsuz, acısıyla tatlısıyla anlatmaya çalışıyorum. İnsanların başkalarına anlatamadıkları olayları kelimelere dökerek öyküleştiriyorum.

Roman çalışmanız var mı? Roman yazmaya nasıl bakıyorsunuz? Herkes öykü yazamayabilir herkes roman yazamayabilir. Ve ya öykü yazan çok daha rahat roman yazar. Sizin için nasıl?

Ben roman konusunda biraz zayıfım. Roman yazamıyorum. Sekiz senedir elimde bekleyen bir roman var daha bitiremedim. Roman çok uğraştırıcı. Ben öyküde daha çok tat alıyorum. Şimdilik roman yazmayı düşünmüyorum. Her daim öykülere devam. Şu an roman tadında bir uzun öykü yazıyorum. Bir müzisyenin hayatı. Çok fazla anı kitabı okuyorum. Yazdığım öyküleri anılardan esinlenerek yazıyorum. Bu müzisyenin sıfırdan gelerek yukarı kadar nasıl çıktığının öyküsünü yazıyorum. Böyle bir uzun hikâye yazabiliyorum ama roman yazamıyorum. Oturup roman yazma sürecine hakim değilim. Sabırsızım, hemen her şey olsun bitsin isterim. Uzun öyküm çok nadirdir. En kısa şekilde anlatabilmek benim daha çok işime geliyor.

Öyküleri yazarken ruhunuzda hangi fırtınalar esiyor?
Önce hikâyeyi belirliyorum. Eğer sonunu da bulduysam o hikâyenin, yazacağım hikâyenin moduna göre müzik açıyorum. Hüzünlü bir öykü ise hüzünlü bir müzik, çocuklara yönelik bir hikâyeyse daha neşeli bir müzik açıyorum. Özellikle o hikâyenin içine girip, ana karakter gibi düşünmeye çalışıyorum. Gerekirse hikâyedeki konuları önceden araştırıyorum. Fazla mekân kullanmam, tasvir de yapmam. Belirsizliği seviyorum. Bazı şeyleri okurun hayal etmesini isterim. Böylelikle okurlarla hikâyelerin daha çok özdeşleştiğini düşünüyorum. Hikâye kafamda bittiyse çok mutlu oluyorum ve bir, bir buçuk saatte de yazıyorum. Birkaç hikâyemde sonunu yazarken içim acıdı. Çeyiz ve Baston bunlardan bir kaçı. Bu anıların ve yaşanmışlıkların da yazılması lazım.

Hikayeleri yazdıktan sonra ilk okuduğunuz kim oluyor?

Ben şöyle bir şey yapıyorum. Ben geceleri üçe kadar yazarım. Bitirdikten sonra eşime mail atarım. Eşim sabah işyerinde okur. Okuduktan sonra bana düşüncelerini yazar. Bazı hikâyeleri okuduktan sonra internete girerek hikâyedeki konuyu araştırır. Benim de istediğim bu. Okurları araştırmaya teşvik etmek.

Röportajı yapan siz olsaydınız aklınıza hangi soru gelirdi size sorulmamış?

Güzel bir soru sordunuz. Daha önce hiç sorulmayan bir soruyu sordunuz. Mesela neden Yusuf Atılgan’ı yazdınız? sorusu olabilir. Yusuf Atılgan’ı hep kendim konuşma sırasında anlattım, ama hiç soru olarak sorulmadı. İhsan Bayram bizim çok sevdiğimiz değer verdiğimiz bir yazar arkadaşımızdı. Hep bir araya geldiğimizde Yusuf Atılgan’ı anlatırdı. Sonra ben bu anılardan yola çıkarak bir hikâye yazdım. Ben esnaf lokantalarını çok severim. Nereye gitsem esnaf lokantalarında yemek yerim. Çünkü onlar temizdir, çay su bedavadır, fiyatları uygundur. Ben biraz da İhsan abiyi yaşatmak istedim bu öyküde.

Yazarlarla tanıdık olmanız, haşır neşir olmanız size daha büyük yazma şevki verdi mi?

Tabii ki, yazarlarla tanışmış olmak size bir sürü güzel kapı açıyor. Her anlamda bir sürü kapı açıyor. Yardım destek, sizi yönlendiriyorlar, bilgi alışverişi sağlıyoruz. Onların anılarını dinliyorum. Onlar bu işin duayeni. Biz onların öğrencileriyiz. Anılara meraklı olduğumdan dinlemeyi de seviyorum okumayı da. Ben İhsan Bayram’ı tanımamış olsaydım Esnaf Lokantası olmayacaktı.

Yeni nesile yazılar yazmaları için neler söylersiniz? Nasıl teşvik edersiniz?

Öncelikle ilk olarak günlük yazmaya başlasınlar. Günlük yazmak ilk başlarda zor ve sıkıcı gelebilir ama daha sonra bu yazım işlemi onların da çok hoşuna gidecek. Yazma süreçlerinde çok etkili olacak. En önemli şey iyi bir okur olmak. İnsan yazmadan önce iyi bir okur olmalı. İyi bir okur olursanız iyi bir yazar olma açısından önünüzde büyük bir derya deniz olur. Öncelikle iyi bir okur olmak ve günlük tutup bol bol yazmak. Yeni başlayanlara ya da başlayacak olanlara tavsiyem bu.
Değerli vaktinizi ayırıp sorularıma içtenlikle cevap verdiğiniz için çok teşekkür ederim.

Ben teşekkür ederim.


Lale Bollukcu


































14 Şubat 2016 Pazar

Bugün Dünya Öykü Günü

İzmir aşktır, karşılıksız sevgidir, cesarettir, çiğdemdir, domattır, darıdır, çupradır, gevrektir, 3 boyoz 1 yumurtadır. Kısaca sıcacık dostluk dolu hayattır...

Cahit Külebi'nin şiirinde yazdığı gibi : İzmir'in denizi kız; kızı deniz kokar...

İzmirli yazarlar, İzmir'de yaşamış yazarlar. Yolu İzmir'den geçen yazarların öyküleri. Bizi bize anlatan, bizi biz yapan öyküler...

İzmir Öyküleri okunası bir kitap...


13 Şubat 2016 Cumartesi

Bodrum’un Eski Musandralı Taş Evleri

      Şimdilerde artık sayıları azalan BODRUM’un eski taş evleri.




      Bunlardan biri de GÜMÜŞLÜK’te bulunan aile yadigarı musandralı kule tipi taş evdir. Şu an halen sağlam olarak ayakta dimdik duran ev, anıtlar kurulunda tarihi eser olarak işaretlenmiştir.
      Taş evin yapım tarihi takribi olarak 1830’lu yıllara tekabül ediyor. Zamanın Lokman Hekimi olan büyük büyük dedem Halil’e babası Hacı İsmail tarafından yaptırılmış. O zamanlarda bu kadar büyük bir ev çok az inşa edilmektedir. Hatta evin kalasları özellikle Rodos’tan getirtilmiştir. Kalasların bazılarının üzerlerinde özel şekiller vardır.  Kalaslardaki şekiller tam ortaya getirilerek özenle tavana yerleştirilmiştir. Hemen hemen bütün ahşaplarda işlemeler ve bezemeler bulunmaktadır.
     Evin dış çevresi takribi 10 metreye 6 metredir. Taş evin duvarlarının kalınlıkları 55-60 santimetre kalınlığındadır. İki büyük iri taşın arasına özel olarak hazırlanan çakıl-toprak karışımı dolgu ile duvar örülür. Dış cephesi ise çakar sıvayla sıvalıdır. Evin içi tahta duvarlar ve tahta merdivenlerle odalara ayrılmıştır. 
     Ana kapıdan girince sağ tarafta bir oda, tam karşısında iki basamak yukarı çıkan tabanı tahta ile döşeli ve girişte hem solda hem karşıda trabzanları olan bir oda, yine karşı ortada üste dört basamakla çıkılan tahta kapısı olan bir oda vardır. Yukarıdaki odaya çıkıldığında yine sağ köşesinde yüksek bir basamaklı tahta kapısı olan alçak bir odacık daha karşımıza çıkmaktadır. 
     Evin ilk girişindeki sağ odanın tavanı biraz alçaktır. Bu odanın sağ köşesinde banyo vazifesi gören yıkanma alanı vardır. Ayrıca bu oda kiler vazifesi de görmektedir. Girişteki Alt Öz denilen odanın sol ortasında ocak bulunmaktadır. Hem yemeklerini burada pişirirlermiş hem de kışın ısınırlarmış.  Duvarlar kalın olduğundan evin bazı bölümlerine dolap vazifesi gören boşluklar yapılmıştır. Bu dolapların bazılarında yine ahşap işlemeli kapaklar ilgi çekicidir. 
     Girişin tam karşısındaki duvardaki boşlukta da oluk olduğundan ellerini yıkadıklarında suyun dışarıya akması sağlanmış. Dört basamakla çıkılan Üst Öz denilen ana odada şimdiki gömme dolapların atası sayılan dolaplar vardır. Bu gömme dolapların içinde özel bir gizli alan vardır ki oraya ziynet eşyalarını koyarlarmış. Bu odada da yine tam karşı ortada ocak bulunmaktadır.  
     Her yerdeki tahta kapaklar hep işlemelidir. Ayrıca yukarıdaki odanın üç kenarında boydan boya eşyaları koymaya yarayan oymalı raflar vardır. Sağ ve sol ortalarda da kapaklı dolaplar bulunmaktadır. Bu odadaki gömme dolabın tam sağ köşesinde yüksek basamaklı tahta kapılı bir odacık daha vardır. 
     Musandra ismi verilen bu odanın tavanı alçaktır. Küçük bir tahta kapaklı penceresi ve karşısındaki duvarda da havalandırma boşluğu vardır. En üst odanın yine köşesinde tahta merdiven ile çatıya çıkılır. Çatının tamamı kalasların bir araya getirilmesinden oluşur. Kalasların üzeri özel bir toprak ile kaplıdır. 
     Her sene kış girmeden Geren denilen mor bir toprak alınır ve üzerine yayılır. Bu yayma işleminden önce üstte bulunan Geren toprağı süpürülerek sıyırılır aşağıya atılır. Tamamen her tarafa tuz serpilir ve yeni Geren toprağı serilir. Çatının üst köşelerinde kule tipi taştan köşecikler vardır.
       Evin pencereleri ve ana giriş kapısı iki kanatlı kalın tahtalardan yapılmıştır. Kapının iç taraflarında demir kancalar bulunmaktadır. Kapıyı kapatıp iki taraftaki kancayı taktıkları zaman istenildiği kadar kapı dışarıdan zorlansın açılamaz. Alt özde bir pencere, Yukarı özde dört pencere vardır. Evin önündeki alanın dört bir yanı da taştan duvarla çevrilidir. Buraya Hayat denir. Köşelerde uzun sütunlar bulunmaktadır. Dışarıda tam sol köşede yine ocak vardır. Yazın bahçedeki okaliptüs ağaçlarının dalları budanır ve evin önüne bu dallarla çardak yapılır.
        Eskiden burada ipek böceği beslenerek ipek elde edilirdi. Bahçedeki dut ağaçlarının yaprakları toplanır, altlarına serilir ve ipek böceklerinin koza yapması beklenirdi.
       Tarihimize sahip çıkalım.

     Tarih; hayal mahsulü olamaz. Tarih yazarken gerçek olayları bulmaya çalışmalıyız.      Atatürk , 10.11.1935 

     Lale BOLLUKCU...

9 Şubat 2016 Salı

Şifa Yüklü Bir Çorba : Kızılcık Tarhanası







Kızılcığın Faydaları:
Mideye kuvvet verir. Vücut direncini arttırır. Bağırsak yaralarına iyi gelir. Gazı önler. Ağız yaralarını giderir. Mikrop öldürücüdür. İltihaplanmayı önler ve alerjileri azaltır. Ateş düşürücü etkisi ile özellikle menopozda faydalıdır. Kanın pıhtılaşmasını sağlar. Böbrek taşlarının düşürülmesine yardımcı olur. Kızılcık ağacının kabukları ishali kesmeye yardımcı olurken, meyveleri ise ishal yapıcıdır.

Kızılcık Nasıl Kullanılır?
Kızılcığın kabukları ve meyvesi kullanılır. Yaprağı ezilip yaraya sürülürse iyileşmesine yardımcı olur. Meyvelerinden kızılcık reçeli, hoşafı ve kompostoso yapılır. Kızılcık suyu uykusuzluğa iyi gelir. Kızılcık şurubu vücuda kuvvet verir. Kızılcık ağacının kabukları kaynatılarak etkili bir ateş düşürücü elde edilir. Ayrıca, Kabukları toz haline getirilip yaraların üzerine mikrop öldürücü olarak serpilebilir. Ünlü hekim İbn-i Sina, yaraları yıkamak için kızılcık suyu; yara yanık merhemi yapmak için ağacın kökünü kullanırmış.

Kızılcık Tarhanası Faydaları :
 Kızılcık tarhanası Bolu ve Kütahya illerimize özgü yöresel bir çorbadır. Hafif ekşi mayhoşumsu tatta ve koyu pembe renktedir. Diğer bir adı da yöresel adıyla EŞ ( Ekşi ) tarhanadır. Kırmızı renkte olan Kızılcık meyvesi yüksek oranda c vitamini içerir. Özellikle grip ve soğuk algınlığının tedavisinde etkili olduğu ayrıca astım hastalarına da iyi geldiği asırlardan beri halk arasında bilinmektedir.
Kızılcık tarhanasının bağışıklık sistemini güçlendirdiği ve doğal antibiyotik özelliğinin bulunduğu öğrenilmiştir.  Protein, kalsiyum, demir, magnezyum, potasyum, A, C, E, B1 ve B2 vitaminlerini içerdiğinden sinir sistemine, baş ve mide ağrılarına da iyi geldiği kanıtlanmıştır.


Kızılcık Tarhanası Çorbası Tarifi
Malzemeler :
Bir küçük su bardağı kızılcık tarhanası
Sekiz küçük su bardağı soğuk su
Üç - dört diş sarımsak
Bir yemek kaşığı tereyağı (isteğe göre az bir sıvıyağ )
Tuz

1. Tencereye tereyağı ve ya sıvıyağ konulur. Sarımsaklar ince ince doğranarak eriyen tereyağın üzerine ilave edilir ve kavrulur.
2. Soğuk su tencereye dökülür.
3. Üzerine kızılcık tarhanası ilave edilerek çırpma teli ile kaynayıncaya kadar karıştırılır.
4. Çorba kaynadıktan sonra kısık ateşte ara ara karıştırılarak onbeş dakika daha pişirilir.
Kızılcık Tarhanası Çorbası sıcak olarak servis edilir.


Not : Tarhananın topak topak olmaması için soğuk su kullanılır ve kaynayıncaya kadar sürekli karıştırılarak pişirilir. Şifa özelliği olduğuna inanılan hafif ekşi tadı ile de sabah kahvaltılarına ve iftar sofralarına çeşni olacak bir lezzettir.

Afiyet Olsun...