Öncelikle sizinle söyleşi yapma fırsatı verdiğiniz için
teşekkür ederim.
Murat Şahin kimdir? Bize kendinizi kısaca tanıtabilir
misiniz?
1977 İzmir
Gültepe doğumluyum. Yaklaşık 1996’dan beri öykü yazıyorum. Bu öykülerim Notos
Öykü, Dünyanın Öyküsü, Kitapçı gibi çeşitli dergilerde çıktı. Daha sonra 2008
yılında bu öyküleri bir kitapta toplamayı düşündüm. Amtafarak ismi ile
yayınladım. Yaklaşık 2008 yılından 2011 yılına kadar kitap piyasada kaldı. 2011
yılında baskısı bitti.
2011
yılında İstanbul’da bir Kent Projesi hayata geçirildi. Proje kapsamında
yaklaşık 40 yazar 40 semti anlattı. İlk 10 proje içine girdi. Sonra bu proje
İzmir’e uyarlandı ve 45 yazar 45 semti anlattı. Benim Gültepe’de doğum
yaşadığımdan dolayı Heyamola Yayınları bu projeye katılmamı istedi. Kent
Projesi olarak 2011 yılında Direniş Adı Gültepe’yi yazdım.
Öykülerim
çoğaldı ve Esnaf Lokantası için Minval Yayınları ile sözleştik. 2015 Nisan
ayında çıktı. Çıktığının 3.ncü günü ilk baskısı tükendi. Hemen 2.nci baskısı
yapıldı. Şimdi 3.ncü baskısı yapılıyor. Normalde öykü çok basılmaz. Mesela
roman 2000 basılıyorsa öykü 1000 basılır. İlk baskısı 1500 yaptık. İkinci
baskıyı 1500 yaptık. Üçüncü baskı birkaç güne kadar satışa çıkacak.
Amtafarak
öykü kitabımı kayıp bir kitap gibi düşünüyorum. Yeterince duyuramadık,
yeterince okura ulaştıramadık. Onun içinden çok sevdiğim 6 öyküyü aldım ve
hazırdaki 10 öyküm ile birlikte Minval Yayınları’ndan Son Tren isimli öykü
kitabımı çıkardım. Bu sene Ocak ayında yayınlandı. Minval Yayınları Esnaf
Lokantası’nın başarısından sonra Son Tren kitabını 5000 adet olarak bastılar.
Biz bu kitabın arkasındayız dediler.
Gerçekten arkasında oldukları kadar var. Her iki kitabı
da okuduğum için güzel bir okuyucu kitlesine ulaştığınıza eminim. Kendimizi
bulduğumuz, etrafımızda gördüğümüz, çevremizde izlediğimiz, kulak misafiri
olduğumuz olayların derlemesi. Yazım tarzınız çok güzel, akıcı.
Özellikle
şunu yapmaya çalışıyorum okuru yormadan, meraklandırarak, sonuca ulaştırmaya
çalışıyorum.
Birkaç öykünüzde dikkatimi çekti. Öyküyü okurken ana
karakterin erkek olduğunu düşündüm. Öykünün son cümlesine geldiğim de ise ana
karakterin bayan olduğunu öğrendim.
Beş öyküsünün
sonunda da ana karakterin kadın olduğunu öğreniyorsunuz. Kaptan hikâyesinde de
aynı şekilde. Ben okurun beyninde taht kurup bir yandan da kalbini yokluyorum.
Vicdan dediğimiz duygu çok önemli benim için. İnsan hayatının yaşam
içerisindeki sürecinde vicdanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çok
önemsiyorum. Kurgu üzerinden çıkarak öykülerimi yazıyorum.
Edgar
Allan Poe dan çok etkilendim. Kurguları beni cezbediyor ve Morgue Sokağı
Cinayeti kitabını tekrar tekrar okuyorum. Hikâyelerimde kurgu yapmaya başladım.
İlk kitabımdaki öykünün ismi Amtafarak, karafatmanın tersten yazılışı. Çünkü
ben karafatmayı anlatıyorum öyküde. Okurun en başta onun karafatma olduğunu
bilmemesi için ismini tersten yazdım. Hikâyeyi okurken karakterin ilk olarak
insan olduğunu sanıyorsunuz. Sonra kedi, fare ve en sonda finalde de karafatma
olduğunu öğreniyorsunuz. Okuru şaşırtmayı çok seviyorum. Finallerimin okur için
hep vurucu olmasını istiyorum.
Değerli
yazar Aydoğan Yavaşlı bana, Sen burada ne anlatıyorsun? Okura ne anlatıyorsun? dedi.
Benim öyküye bakış açımı değiştiren bir sözdür bu.
Ben Esnaf
Lokantası’nda Yusuf Atılgan’ı anlatıyorum. Son Tren’de Özkan Mert’i
anlatıyorum. Bekle Beni’de Konstantin Simonov’u tanıtıyorum. Çeyiz hikâyesinde
Alzheimer hastası bir annenin, anneannenin hikayesini anlatıyorum, 12 yaşındaki
bir kız çocuğunun gözünden. Efe, Ali ve Mıstık’ın hikayelerinde bizim 80
kuşağının, 90 kuşağının çocukluğunu anlatıyorum.
Neden
anlatıyorum bunları? Hatırlatmak için. Bakın biz böyle yaşıyorduk. Bizim
çocuklarımız aaa bak annelerimiz, babalarımız bunları yaşamışlar desinler diye
yaşanmışlıkları anlatıyorum. Biz ağaçtan düşüp kolunu kıran bir nesildik.
Playstatıon konsolunun kaplosuna takılıp düşen bir nesil değildik.
Evet güzel bir konuya değiniyorsunuz. Biz dışarıda sokakta
oyun oynayan bir nesildik. Arkadaşlık vardı. Gerçek olayları kurgulayarak
geçmişimizi bugüne taşıyarak yazıyorsunuz. Klasik bir soruyla devam edeyim. İlk
ne zaman, nasıl yazmaya başladınız?
Sürekli
okuyan bir kişiydim. Hâlâ da okuyorum. İlk olarak nasıl öykü yazarım diyerek
1996 yılında Amtafarak ve Kör Karanlık’ı yazdım. Arkadaşlarıma gösterdikçe çok
ilginç ve güzel olduğunu söylediler. Ben de öykü dergilerine göndermeye
başladım. Dergilerde yayınlanmaya başladıkça bu işe devam etmeye başladım.
İnsanları şaşırtmak için yazıyorum.
Zaten yazmak cesarettir bir şekilde. Cesaretli olanlar bu
adımı atarlar. Bir öykü yazacağınız zaman nasıl, nerede, ne zaman yazarsınız
yazılarınızı?
Önce
hikâyeyi bulduğum zaman ilk olarak sonunu bulmam lazım. Hikâyenin sonunu
bulamazsam yazamıyorum. Kafamda kurguluyorum önce ve özellikle geceleri
yazıyorum. Çoğunluk için ilk cümle önemlidir, benim için son cümle. Hikâyenin
sonunu bulduğum anda geceleri kendimi dışa kapayarak yazıyorum.
Okumaktan hoşlandığınız Türk ve Dünya yazarları
hangileri? Özellikle yakın zamanda yazanlar arasında.
Edgar
Allan Poe, Sait Faik Abasıyanık baştacımız…
Melisa
Kesmez, Onur Caymaz, Barış Bıçakcı. Özellikle Türk öykücülerini okumaya çalışıyorum.
Herkes gibi yazarsanız sıradanlaşırsınız. Ben biraz farklı yazmak istiyorum.
İnsan sıcaklığı olan her şeyin ilgi göreceğini ve önemli olanın okuru kalbinin
bir köşesinden yakalamak olduğunu düşünüyorum. Kalbinin bir köşesinden
yakaladığınızda o okur sizi hep okumaya devam eder. Siz de onu öykülerinizde
alır götürürsünüz. Ben okuru alıp çocukluğuna götürmek istiyorum.
Bekle Beni
öyküsünü okuduktan sonra Konstantin Simonov’u Google yazarak aratmalarını kim
olduğunu öğrenmelerini istiyorum. Bekle Beni şiirini açıp okumalarını
istiyorum. Ezgi’nin Günlüğü’nü tanımalarını istiyorum. Bekle Beni şiirini
bestelediklerinden dolayı Ezgi’nin Günlüğü’nü dinlemelerini istiyorum. Diren Ey
Kalbim’le Özkan Mert’i tanısınlar araştırsınlar öğrensinler istiyorum. Okura
hedef gösteriyorum, ama güzel hedefler.
Okurun bir kitabı sadece okumuş olması için değil, bazı
konuları araştırarak öğrenmesi için de kitap okumasını istiyorsunuz
Okuru
biraz yönlendirmek istiyorum. Nasıl Esnaf Lokantası’nda Yusuf Atılgan’ı merak etmesini
istiyorsam, Çeyiz’i okuduğunda Alzheimer hastası bir insanın neler yaşadığını,
yanındaki insanlarında ne kadar üzgün ve yıpratıcı bir dönem yaşadığını bilsin
istiyorum. Ben okura şunu anlatmak istiyorum, ben seni anlatıyorum. Ben çok iyi
bir anı çalıcısıyım. Bu hikâyelerin yüzde doksanı yaşamış insanların
anılarından oluşmakta.
İnternetteki sayfanızda kendiniz için okur/yazar,
gezer/yazar, izler/yazar demişsiniz. Yazmak sizin için ne ifade ediyor?
Duygularınız sizi nerelerden getirip nerelere götürüyor?
Yazmak
benim için, hepimizin duygu bütünlüğünü, mutluluğunu, mutsuzluğunu aktarmaya
çalışmaktır. Bu ortak paydaları birbirimize aktarmak istiyorum. Öykülerde
yaşananlar hepimizin duyguları, yaşanmışlıkları. Yazmak benim için çok önemli.
Hep yazacağım. Bir insanın yaşadığı her hangi bir olayı, mutlu, mutsuz,
acısıyla tatlısıyla anlatmaya çalışıyorum. İnsanların başkalarına
anlatamadıkları olayları kelimelere dökerek öyküleştiriyorum.
Roman çalışmanız var mı? Roman yazmaya nasıl
bakıyorsunuz? Herkes öykü yazamayabilir herkes roman yazamayabilir. Ve ya öykü
yazan çok daha rahat roman yazar. Sizin için nasıl?
Ben roman
konusunda biraz zayıfım. Roman yazamıyorum. Sekiz senedir elimde bekleyen bir
roman var daha bitiremedim. Roman çok uğraştırıcı. Ben öyküde daha çok tat
alıyorum. Şimdilik roman yazmayı düşünmüyorum. Her daim öykülere devam. Şu an
roman tadında bir uzun öykü yazıyorum. Bir müzisyenin hayatı. Çok fazla anı
kitabı okuyorum. Yazdığım öyküleri anılardan esinlenerek yazıyorum. Bu
müzisyenin sıfırdan gelerek yukarı kadar nasıl çıktığının öyküsünü yazıyorum.
Böyle bir uzun hikâye yazabiliyorum ama roman yazamıyorum. Oturup roman yazma
sürecine hakim değilim. Sabırsızım, hemen her şey olsun bitsin isterim. Uzun
öyküm çok nadirdir. En kısa şekilde anlatabilmek benim daha çok işime geliyor.
Öyküleri yazarken ruhunuzda hangi fırtınalar esiyor?
Önce
hikâyeyi belirliyorum. Eğer sonunu da bulduysam o hikâyenin, yazacağım
hikâyenin moduna göre müzik açıyorum. Hüzünlü bir öykü ise hüzünlü bir müzik,
çocuklara yönelik bir hikâyeyse daha neşeli bir müzik açıyorum. Özellikle o
hikâyenin içine girip, ana karakter gibi düşünmeye çalışıyorum. Gerekirse
hikâyedeki konuları önceden araştırıyorum. Fazla mekân kullanmam, tasvir de
yapmam. Belirsizliği seviyorum. Bazı şeyleri okurun hayal etmesini isterim.
Böylelikle okurlarla hikâyelerin daha çok özdeşleştiğini düşünüyorum. Hikâye
kafamda bittiyse çok mutlu oluyorum ve bir, bir buçuk saatte de yazıyorum.
Birkaç hikâyemde sonunu yazarken içim acıdı. Çeyiz ve Baston bunlardan bir
kaçı. Bu anıların ve yaşanmışlıkların da yazılması lazım.
Hikayeleri yazdıktan sonra ilk okuduğunuz kim oluyor?
Ben şöyle
bir şey yapıyorum. Ben geceleri üçe kadar yazarım. Bitirdikten sonra eşime mail
atarım. Eşim sabah işyerinde okur. Okuduktan sonra bana düşüncelerini yazar.
Bazı hikâyeleri okuduktan sonra internete girerek hikâyedeki konuyu araştırır.
Benim de istediğim bu. Okurları araştırmaya teşvik etmek.
Röportajı yapan siz olsaydınız aklınıza hangi soru
gelirdi size sorulmamış?
Güzel bir
soru sordunuz. Daha önce hiç sorulmayan bir soruyu sordunuz. Mesela neden Yusuf
Atılgan’ı yazdınız? sorusu olabilir. Yusuf Atılgan’ı hep kendim konuşma
sırasında anlattım, ama hiç soru olarak sorulmadı. İhsan Bayram bizim çok
sevdiğimiz değer verdiğimiz bir yazar arkadaşımızdı. Hep bir araya geldiğimizde
Yusuf Atılgan’ı anlatırdı. Sonra ben bu anılardan yola çıkarak bir hikâye
yazdım. Ben esnaf lokantalarını çok severim. Nereye gitsem esnaf lokantalarında
yemek yerim. Çünkü onlar temizdir, çay su bedavadır, fiyatları uygundur. Ben
biraz da İhsan abiyi yaşatmak istedim bu öyküde.
Yazarlarla tanıdık olmanız, haşır neşir olmanız size daha
büyük yazma şevki verdi mi?
Tabii ki,
yazarlarla tanışmış olmak size bir sürü güzel kapı açıyor. Her anlamda bir sürü
kapı açıyor. Yardım destek, sizi yönlendiriyorlar, bilgi alışverişi sağlıyoruz.
Onların anılarını dinliyorum. Onlar bu işin duayeni. Biz onların
öğrencileriyiz. Anılara meraklı olduğumdan dinlemeyi de seviyorum okumayı da.
Ben İhsan Bayram’ı tanımamış olsaydım Esnaf Lokantası olmayacaktı.
Yeni nesile yazılar yazmaları için neler söylersiniz?
Nasıl teşvik edersiniz?
Öncelikle
ilk olarak günlük yazmaya başlasınlar. Günlük yazmak ilk başlarda zor ve sıkıcı
gelebilir ama daha sonra bu yazım işlemi onların da çok hoşuna gidecek. Yazma
süreçlerinde çok etkili olacak. En önemli şey iyi bir okur olmak. İnsan
yazmadan önce iyi bir okur olmalı. İyi bir okur olursanız iyi bir yazar olma
açısından önünüzde büyük bir derya deniz olur. Öncelikle iyi bir okur olmak ve
günlük tutup bol bol yazmak. Yeni başlayanlara ya da başlayacak olanlara
tavsiyem bu.
Değerli vaktinizi ayırıp sorularıma içtenlikle cevap
verdiğiniz için çok teşekkür ederim.
Ben
teşekkür ederim.
Lale
Bollukcu