26 Mayıs 2016 Perşembe

Hasan Saraç: Bence Roman Yazmanın Bir Anayasası Yok

   

    Değerli yazarımız Hasan Saraç ile muhteşem güzel bir havada yaptığım İzmir gibi sıcacık içten söyleşi…
   



     Öncelikle sizinle söyleşi yapma fırsatı verdiğiniz için teşekkürler. Hasan Saraç kimdir? Bize kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz?

     Hasan Saraç: Babam fizik profesörü, annemse lise tarih öğretmeniydi. 1951 yılında Ankara’da doğdum, ortaokulu İzmir’de, liseyi Ankara Fen Lisesi’nde bitirdim. ODTÜ’den Bilgisayar Mühendisi olarak mezun oldum, 1985 – 1988 yıllarında Harvard Business School OPM programına katıldım.

Bizim evde her türlü kitap bulunurdu, çok geniş bir kütüphanemiz vardı. Annemiz bize yemeklerde tarihten, okuduğu kitaplardan bahsederdi. Böyle büyüdük. O tadı alınca insan bir daha okumayı bırakamıyor. Bazen ‘ne tür eserler okursunuz’ diye soranlar oluyor. İlk gençlik döneminde, üniversite yıllarında ve sonrasında değişik türden (bilim-kurgu, gerilim, klasikler vb.) romanları okudum. Yıllar geçtikçe zevkler, ihtiyaçlar değişiyor. Son zamanlarda daha çok tarih kitapları, biyografiler, otobiyografiler okuyorum.

   Lale Bollukcu: Peki, yazı yazmaya nasıl başladınız? Mutlaka sizi etkileyen bir şey olmuştur ki yazmaya gönül vermişsinizdir? Okumak başka bir şey yazmak başka…

    Hasan Saraç: 2009 yılında emekli oldum. Otuz yedi yıllık meslek hayatım boyunca hep insanlarla iç içe oldum ve çevremdekileri eğitmeye elimden geldiğince önem verdim. Yurt dışında yeni çıkan mesleki eserlerden özet çıkartır, şirket içi seminerler düzenlerdim. Sanırım anlatmaya böyle başladım. İşten ayrıldığımda ilk olarak özgeçmişimi yazdım. Daha sonra da ilk romanımı yazmaya başladım. Yaklaşık yedi yıldır sürekli yazıyorum. Eskiden hiç olmazsa hafta sonları tatil yapardım. Şimdi ise haftada yedi gün mesai yapıyorum.

     Lale Bollukcu: Devamlı yazı yazıyorsunuz, üretiyorsunuz

     Hasan Saraç: Zamanla gelen bir alışkanlık bu. Hele yazar olmak istiyorsanız temponuzu, disiplininizi hiç bozmamanız gerekiyor. Aslında edebiyat dünyasının büyük ustaları diyor böyle, ben yalnızca onların ne söylediklerini paylaşıyorum sizinle. Üslubun gelişmesi için sürekli okumak, hiç durmadan yazmaya devam etmek ve kendine güven duymak çok önemli. Bu süreç elbette yıllar alıyor, sabır ve özveri istiyor.

     İlk romanım Çapraz Oyun yayınlandıktan sonra yaklaşık altı ay boyunca her gün bir kitap tanıttım facebook ortamında. Amacım kitap okurlarını edebiyat dünyasının farklı tatlarıyla buluşturabilmekti. Bu aşamada Edebiyat Haber’den yazar portreleri hazırlamam konusunda bir davet aldım. Ben de edebiyat dünyamıza ve genç okurlarımıza küçük bir katkım olsun istedim ve bu projeyi hayata geçirdim. Bazı portreleri hazırlarken yüzü aşkın kaynaktan yararlandığın oldu.

Röportajların çok önemli olduğuna inanıyorum. Bu işi hakkıyla yapan Paris Review gibi çok saygın kuruluşlar var. Bu söyleşileri okuduğunuzda o yazar hakkında bilmediğiniz çok şey keşfediyorsunuz. Daha da önemlisi yazma sanatı ile ilgili düşüncelerini öğreniyorsunuz. Portrelerimi hazırlarken bu dosyalardan yararlanma fırsatım oldu. Sanırım yetmişe yakın yazar, ressam, bestekâr portrem yayınlandı Edebiyat Haber sitesinde. Bu hafta itibariyle de beşinci romanım Aynadaki Adam okurlarıyla buluştu. Kurgusu tamamlanmış, iskeleti oluşturulmuş iki romanım daha var bilgisayarımda, şu anda sekizinci romanımın üzerinde çalışıyorum.

      Lale Bollukcu: Kelimeler nerede, ne zaman kalemin kâğıtta raks etmesini sağlıyor?

         Hasan Saraç: Kelimeleri dans ettirme konusunda iddialı değilim ne yazık ki. Buna karşın, oldukça karmaşık kurguları rahatlıkla oluşturabildiğimi söyleyebilirim. Her işte olduğu gibi yazarlık yolunda da öğrenmenin sonu yok. Kat edilecek, üstesinden gelinecek pek çok aşama var. Roman karakterlerine gelince… Yazarların karakter yapısı, yaşam hakkındaki düşünceleri satırlarına yansıyordur diye düşünüyorum. Örneğin ben iflah olmaz bir iyimserim, dolayısıyla kötümser karakterlere romanlarımda fazla rol veremiyorum. İçimden gelmiyor. Başı derde giren ama o sorunlarla mücadele etmeyi göze alan ve sonunda amacına bir şekilde ulaşan karakterler yaratmak daha çok hoşuma gidiyor.

    Lale Bollukcu: Sizce bu eserler nasıl bir süreçten geçiyor, nasıl oluşuyor?

     Hasan Saraç: Yazmanın illaki belli bir kalıbı, özel bir formülü ya da stili olmadığını düşünüyorum. Kuramcı, kısıtlayıcı yaklaşımlar bence edebiyatın gelişimini kısıtlıyor. Aslında hiçbir sanat kısıtlanmamalı, özgürce denenmeli, yaşanmalı, gelişmeli. Kafka’ya hepimiz bayılıyoruz, dünyanın en değerli yazarlarından biri olduğunu düşünüyoruz. Oysa öldüğünde şu an bilinen beş romanından yalnızca bir tanesi basılmıştı ve pek az satmıştı. Başka yazarların ve ressamların da benzer hikâyeleri var. Van Gogh’u herkes tanır, dünyanın gelmiş geçmiş en önemli ressamlarından biri. Portresi de var benim sitemde. Van Gogh öldüğünde yalnızca birkaç eseri ancak çok ucuz fiyatlara alıcı bulabilmişti. Hatta boş tuvallerini muhteşem tablolara dönüştüren boyaları satın alacak maddi gücü bile yoktu, kardeşi gönderirdi o malzemeleri. Şimdi bir tablosu birkaç yüz milyon dolar ediyor neredeyse…

     Bu örnekler önümüzde dururken hiç kimsenin sanata günlük tercihlere göre sınırlama getirmesini doğru bulmuyorum. Bazı yazarlar planlı ve sistematik çalışıyor. Bu onların tercihi… Bazıları da yazarken doğaçlama yapmayı tercih ediyor. Farklı şeylerden esinlenip zaman içinde kurguyu değiştirebiliyor. Roman kahramanlarını yaratırken o kadar farklı anılardan, okumalardan, gözlemlerden esinleniyoruz ki, bir nevi kolaj oluşuyor. Hatta ilk başta düşündüğümüzden biraz daha farklı bir kişilik bile çıkabiliyor ortaya. Sanırım yazmanın keyfi, yaratıcılığı biraz da burada gizli.

    Lale Bollukcu:  Edebiyat Haber sitesinde çok keyif verici bir Ortak Kitap projesi vardı ve okuyucuların yorumlarıyla 13 Saat + 1 Ömür adlı romanınız oluştu. Bu projeye katıldığım için özellikle de yazdığım bir cümlenin olduğu gibi o kitaba aktarılması çok hoşuma gitmişti. Bu projenin çalışması sizin için zor muydu?

      Hasan Saraç: Bir insan, daha doğrusu bir yazar böyle bir projeyi sanırım hayatında ancak bir kere göze alabilir... O romanın kurgusu genel hatlarıyla kafamda önceden canlanmıştı tabiatıyla, ancak tek bir satırı bile yazılmamıştı. Hatırlarsanız altı hafta sürdü bu proje. Her hafta iki bölüm yazıyordum ve Edebiyat Haber’de yayınlanıyordu. Bölümler yayınlandıktan sonra okurlardan sonraki bölümler için çok farklı öneriler geliyordu. Bazen sekseni, yüzü buluyordu bu yorumların sayısı. Karakterlerin fiziki görünümlerinden adlarına kadar pek çok ilginç alternatif, sizin yaptığınız gibi tek cümlelik öneriler bile geliyordu. Elimden geldiğince bu önerilere yeni yazılacak bölümlerde yer vermeye çalıştım. Altıncı haftanın sonunda romanın kurgusu daha net bir biçimde ortaya çıktı ve yaklaşık seksen sayfası da yazılmış oldu. Bu kısım ilk 13 Saat’e karşılık geliyordu. Sonrasında, geri kalan ‘+ 1 Ömür’ kısmını yazıp romanı tamamladım. Dört ay boyunca her gün yaklaşık on saat çalıştığımı hatırlıyorum. Hayli yorucu, bir o kadar da güzel bir deneyimdi.

         Lale Bollukcu: Kitap kapak tasarımlarınızı nasıl yapıyorsunuz?

    Hasan Saraç: Yeni bir yazarsanız kapak konusunda fazla söz sahibi olamıyorsunuz. Ne de olsa yayınevlerinin kendilerine has bir tarzı var. Zaman geçtikçe kendi tarzınızı ve tercihinizi kapağa yansıtma şansınız artıyor.

       Lale Bollukcu: Benim şiir kitabımdaki kapak ve içerisindeki resimler kızım Bilge ve arkadaşı Öykü’ye ait.

      Hasan Saraç: Evet, biraz önce zevkle okudum şiirlerinizi, ilgimi çekmişti. Deniz ağırlıklı…

       Lale Bollukcu: Evet, Bodrumlu olunca denizin yeri ayrıdır benim için. Bir de yemek ve kültür bloğum var. Bloğumda hem yaptığım röportajları yayınlıyorum hem de unutulmaya yüz tutan kültürümüzü yazmaya çalışıyorum. Geleceğe kayıt olması için…

      Hasan Saraç: Kültürleri yaşatmanın önemli olduğuna ben de katılıyorum. O yüzden de tarihi, gelenekleri araştırarak kurgumu zenginleştirmeye özen gösteriyorum elimden geldiğince. Bu illaki şart mıdır bir roman yazarken, hayır değildir. Ama bir roman okurken yeni bir şeyler öğrenmenin de önemli olduğuna inanıyorum, sıradan bir yemeğe katılan farklı soslar, lezzetler gibi.

     Lale Bollukcu: Yazarken de cesuruz.  Yazı yazarken ve bu değişik sosları oluştururken iç dünyanızda hangi fırtınalar esiyor?

    Hasan Saraç: Ben yazarken çok heyecanlanıyorum. Roman kahramanlarımın bazı halleri beni duygulandırıyor olmalı. Heyecanınız bir şekilde o satırlara akseder. Okura da yansır, bazı okurlarımın bana yazdıkları gibi ‘kendilerini o hikâyenin içinde’ hisseder. Bazen de, ‘kitabınızı elimize aldık ve bitiverdi’ diyorlar. Dilimin fevkaladeliği değil bunu sağlayan. Sanırım heyecanla, zevkle ve şevkle yazıyor olmam bir şekilde satırlara yansıyor. Aslında bu her eser için de böyle değil midir? Zevkle ve itina ile yapılan her iş, hatta kurulan her ilişki daha güzel, daha anlamlı oluyor.

     Lale Bollukcu: Röportajı yapan siz olsaydınız sorulmamış hangi soruyu kendinize sorardınız?

     Hasan Saraç: Güzel bir soru. Bu romanları yazarken kafanızda önceden tasarlanmış bir kurgu var mıydı diye sorardım herhalde. Daha önce de belirttiğim gibi, bence roman yazmanın bir anayasası yok. Örneğin ben bazı romanlarımda başlangıcı kurguluyorum, bazen de tam tersine final bölümünü en baştan belirliyorum, hikâye ise zaman içinde gelişiyor. Sanırım işin içinde biraz bilinmezlik olması beni daha çok heyecanlandırıyor.

      Şu ana kadar yazdığım romanlarda yaklaşık yirmi – yirmi beş önemli karakterim oluştu. Toplumun değişik kesimlerinden geliyor bu karakterler. Yaşları ve cinsiyetleri de öyle. Bazıları öğretim üyesi, bazıları emniyet mensubu, bazıları yazar, grafiker, sekreter; bazıları genç iş adamı veya kadını. Bu karakterlerin önemli bir kısmı bir romandan diğerine dolaşıyor, zaman içinde farklı özelliklerini sergiliyor ve okurları şaşırtabiliyor. Romanlarımın fantastik, polisiye ya da psikolojik olması bile bu süreci etkilemiyor.

     Değerli vaktinizi ayırıp sorularıma içtenlikle cevap verdiğiniz için tekrar teşekkür ederim.


        Lale Bollukcu


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder