Zamansız bir dünyada yaşamak isteyen, Dünya Vatandaşı, Egeli, İzmirli, Akhisarlı, Karşıyakalı… Her an o sıcacık gülümsemesiyle çevresine pozitif enerji veren sempatik bir yazar.
Her girdiği ortama uyum sağlayan,
ışıldayan gözleriyle etrafını aydınlatan harika bir şahsiyet…
Gönül Çatalcalı…
Öncelikle sizinle söyleşi yapma fırsatı
verdiğiniz için teşekkürler.
Gönül Çatalcalı kimdir? Bize kendinizi
kısaca tanıtabilir misiniz?
Ben
özgeçmişlerimde kendimi Dünya Vatandaşı, Egeli, İzmirli, Akhisarlı, Karşıyakalı
diye tanıtırım. Eğitimci yazarım. 28 yıl ortaokul ve liselerde Türkçe ve
Edebiyat öğretmenliği yaptım.
İlk öykü kitabım “Hiçbir
Şeyin Beklentisi” Yom yayınlarından çıktı. 2009 yılında “Yedi Yeşil Fil” adlı öykü
kitabım İlya yayınevince yayımlandı. 2011 yılında Pupa Yayınevi’nden, “Güvercin
Beyazı” adlı öykü kitabım çıktı. Tekin Yayınevi tarafından yayınlanan kitabım
isimsiZ, ilk romanımdır. Çocuklar için yazdığı ÖMER FM adlı roman, Yakın
Kitabevi yayınlarından çıktı. TUTUNMAK adlı öykü kitabı da Nisan 2016 tarihinde Yakın Kitabevinden çıktı.
Ne zaman öyküler yazıp yazar olacağım
dediniz?
Ben
yıllarca okumaya çok ağırlık verdim. İyi bir okur olmak iyi bir yazar olmak
kadar önemlidir. Uzun okumalar sonunda yazma fikri kendiliğinden şekillendi.
1994 yılında öyküler yazmaya başladım.
İlk yazınızın çıkış hikâyesi nasıl oluştu?
Dediğim
gibi, yıllar süren okumalar yazma isteği oluşturdu bende. İlk yazdığım metin
bir kadın hikâyesiydi. Arayışlar içinde olan bir kadını anlatmıştım. Arkası
geldi sonra öykülerin. Böyle, yazma deneyimleri oluşturduğum 50’ye yakın öyküm
vardır, hiçbir yere göndermeyip yalnızca kendim için yazdığım. Yazma meselesini,
öykü yapılanmasını çözmek için… Sadece yazmayı öğrenmek için. Bitti mi bu
süreç? Hayır. Öğrenme çabalarım hâlâ devam ediyor ve edecek.
İlk öykü kitabınızı “ Hiçbir Şeyin
Beklentisi “ 2006 yılında yayımladınız ve devamı geldi. Yazı yazmadığınız zaman kendinizi nasıl
hissediyorsunuz?
Yazmak
benim günlük işlerim arasındadır, ama en çok önemsediğim uğraşımdır. Ancak
okumalar da öyle. Yazmadığım günler olmuştur ama okumadığım gün yoktur diyebilirim.
Ne deneyimler ne gözlemler… Hiçbiri okumanın yerini tutmaz.
Okumadan
yazanların çoğunlukta olduğu bir yazın dünyasında yaşıyoruz. Okurken
hissettiğim her şeyi, yazarken de hissederim. Yaratılmış bir metnin hazzını
duymakla, yazmanın, yaratmanın hazzı –neredeyse- aynı şeydir benim için.
Kelimeler nerede, ne zaman kalemin kâğıtta
raks etmesini sağlıyor?
Yazdığım
her metinde dili çok önemserim. Hangi konuyu yazarsam yazayım, dil işçiliği
üzerinde yoğunlaşırım. Bitmiş bir öyküm ya da romanımın ince işçilikleriyle
uğraştığım esnada sözcüklerin büyüsüne kapılır giderim. O cümleyi sizin kılacak
inanılmaz sayıda seçenek vardır. Denerim, sözcüklerle oynarım, belki dediğiniz
gibi, kalemin kağıtta raks edişi budur.
Aklınıza gelen fikirleri not alır mısınız?
Notlarım
vardır. Yazamayacağım durumlarda zihnime not eder, uygun ortam bulunca hemen
notlarıma eklerim. Çünkü zaman acımasızdır ve silme, unutturma yeteneği çok
gelişmiştir.
Genelde hep öykü yazıyorsunuz. “ İsimsiZ “
adlı romanınız nasıl oluştu?
Psikolojik
bir öykü yazmaya başlamıştım, ilginç bir konusu vardı. Ancak öykü uzadıkça
uzadı ve sonunu bir türlü getiremedim, bıraktım. Aradan yıllar geçti ve bu öykü
zihnimin bir köşesini hep rahatsız etti. Zaman içinde bu konunun bir öykünün
boyutlarında, sınırlı alanında sonlanamayacağını anladım ve başka olaylarla,
yan karakterlerle besleyerek bir roman yazmaya karar verdim. isimsiZ
böyle doğmuştur. İlk öyküden fersah fersah uzaklaşmış ama sonunda hem içindeki
öykücüklerin, hem de ilk öykünün finalini yapmıştır.
Çeşitli öykü ödülleriniz bulunmakta. Hem
büyüklere hem de çocuklara yönelik öyküler yazmaktasınız. Hangisi daha keyif
verici?
Birkaç
ödül aldıktan sonra öykü yarışmalarına katılmadım. Hangi türde yazıyorsam, çok
severek yazıyorum. Zaten bütün türler birbirini besler. Ancak ille de bir seçim
yapmam gerekirse, uzun soluklu roman yazmayı çok sevdim diyebilirim.
Çocuklara öyküler yazarken nasıl bir yol
izliyorsunuz?
Birkaç
denemenin ardından mizah yazabileceğimi keşfettikten sonra çok eğlenceli bir
hal aldı çocuklara yazmak. Mizahı sevdim. Yazdıklarıma önce kendim gülmeliyim.
Beni güldüren şeyler üzerinde yoğunlaşıyorum. Çocukların anlayabileceği bir dille
yazmaya, uzun olmayan tümceler kurmaya özen gösteriyorum. ÖMER FM, ilk çocuk
kitabım. Çocuklardan gelen değerlendirmelere göre, doğru yolda olup olmadığımı
anlayacağım.
Okumayı sevdiğiniz Türk ve Dünya yazarları
kimlerdir?
Bilge
Karasu, Füruzan, Sabahattin Ali, Oğuz Atay, Ece Temelkuran, Oya Baydar, Aslı
Erdoğan, Sema Kaygusuz…
Yabancı
yazarlardan, Cortazar, Maguritte Duras, Virginia Woolf, Pascal Mercier, Borges…
Borges’in
Kum Kitabı adlı öyküsünü belli aralıklarla okurum, Woolf’un Dalgalar’ı gibi…
Aslı Erdoğan’ın, Gecenin Sessizliğinde’si gibi… Sema Kaygusuz’un bazı kitaplarından
bazı bölümleri okuduğum gibi…
Yakın tarihte adını duyup okuduğunuz
yazarlar kimlerdir?
Şu an Chuck
Palahniuk’un Gösteri Peygamberi’ni ilgiyle okuyorum. Yeraltı edebiyatı
sayılabilir. Kitabı ve Yazarının adını bir iki yıl önce duymuş, kitabı
almıştım, okuma sırası ancak geldi.
Biliyorsunuz benim bir de yemek bloğum
var. En sevdiğiniz yemek hangisidir?
En
sevdiğim yemek elbasan tavadır.
Farklı kültürlere ait yemekleri sever
misiniz?
Farklı
tatları denemeyi severim ancak yapmaya gelince... Bildiğim yemeklerden şaşmam.
Yemek yapmak, yazı yazmak… Size nasıl
duygular veriyor?
Yemek
yapmak çok zaman alan bir uğraşı, benim için yazı ile karşılaştırılamayacak
kadar sıkıcı, yorucu bir iş. Onca uğraşıya rağmen bir iki öğünde tükenen bir
şey yemek. O kadar çok zamanım yok.
Yemek yaparken dinlenenlerden, zihin boşaltanlardan değilim. Mutfak tezgâhında
makine gibi çalışırım. Yaptığım yemeği değil, yazdıklarımı, okuduklarımı ya da
öykü kurgularımı düşünürüm. Zorunluluklar olmasa mutfağa bile girmem çay
demlemek dışında. Ancak bir ev hayatım olduğu için, zorunluluklar nedeniyle, basit
ve bildiğim, zamanımı çok almayacak yemekler yapıyorum. (Bu arada her nasılsa elimin
lezzetli olduğunu söylediklerini de eklemeliyim.) Tatlıyı çok severim, yapılması
kolay, pratik tatlılar, pastalar yaparım kendimiz ve konuklarımız için.
Sevdiklerinize özel günlerde yaptığınız
bir yemek tarifini bizimle paylaşır mısınız?
Et
yemeklerinin yanına fırında mantar yaparım. (Son derece kolay olduğu için!)
Mantarların yuvarlak kısımları çıkartılır, üst
kısımları soyulur, yıkanır. Bir borcama çukur kısmı yukarı gelecek biçimde
dizilir. Mantarların dip kısımları da aralara yerleştirilir. Mantarların
üzerlerine birer çay kaşığı tereyağı konur. Biraz süt, biraz su eklenerek,
fırına verilir. Mantarlar su salıp tekrar çektikten, piştikten sonra üzerine
rendelenmiş kaşar peyniri eklenir, hafif kızartılır.
Yazar olmak isteyenlere önerileriniz
nelerdir?
Yazar
olmak, bir meslek sahibi olmak gibi istemekle olunacak bir durum değildir kanaatimce.
Kitap sevgisinden, uzun yıllar yapılan okumalardan sonra kendiliğinden doğan,
gelişen bir eğilimdir. Yetenek konusunu önemsemem, geliştirilmeyen yetenek bir
işe yaramaz. Bence yazmanın birinci koşulu okumaktır. Bugün okumadan yazmaya
çalışan, tanınmaya, hayatına bu şekilde bir anlam katmaya uğraşan okumaz
yazarlara rastlıyoruz elbette, ama sözüm onlara değil zaten.
Yazmanın
doğal olarak geldiği kişilere ise önerilerim şudur: yazın, okuyun, yazın,
yeniden okuyun. (Bir yazarı besleyen en önemli kaynak, başka metinlerdir.)
Yazdığınız,
yeterli bulmadığınız her metni çöpe atmaktan çekinmeyin. Yazdıklarına tapanlar,
bir paragrafına bile kıyamayanlar, ürettiklerine paha biçemeyenler hiçbir zaman
yazmada yetkinliğe ulaşamazlar.
Röportajı yapan siz olsaydınız, sorulmamış
hangi soruyu kendinize sorardınız?
“Nasıl bir dünyada yaşamak isterdiniz?” sorusunun
sorulmasını isterdim.
Saatlere
bölünmüş zaman dilimleri en büyük düşmanımdır. Zamanımı bölen çizelgeler beni
çok ürkütür. Üretme, yazma konusunda en büyük sıkıntımdır zaman. Yazı için çok
sevdiğim resmi bile bıraktım, zamana yetişemediğim için ve hep üzülürüm buna… 8
saat uyumak zorunluluğu ise, her yere yetişmek, bir de sanat üretmek zorunda
kalan insan evladına yapılmış en büyük haksızlıktır. Zamanımızın en kıymetli
parçalarının yatakta geçmesi demektir bu… Bedenlerimiz, daha az uykuyla
yetinebilecek donanımda olmalıydı diye düşünürüm hep.
Bense…
Zamansız bir dünyada yaşamak isterdim. Koşturmadan, bir yerlere, bir şeylere
yetişmeye uğraşmadan… Geniş zamanlarda resimlerimi yapmak, boya kokusunu
hissetmek… Yatmam, uyumam gerektiğini düşünmeden kitap okumak, yazı masamda güneşin
doğuşu ve batışı ile ilgilenmeden, yarını, dünü, bugünü hatta kendimi unutarak yazmak
isterdim…
Değerli vaktinizi ayırıp sorularıma
içtenlikle cevap verdiğiniz için tekrar teşekkür ederim.
Lale BOLLUKCU
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder