16 Mayıs 2016 Pazartesi

Zamansız Bir Dünyada Yaşamak İsteyen Yazarımız: Gönül Çatalcalı

     
     


      Zamansız bir dünyada yaşamak isteyen, Dünya Vatandaşı, Egeli, İzmirli, Akhisarlı, Karşıyakalı… Her an o sıcacık gülümsemesiyle çevresine pozitif enerji veren sempatik bir yazar.

      Her girdiği ortama uyum sağlayan, ışıldayan gözleriyle etrafını aydınlatan harika bir şahsiyet…

      Gönül Çatalcalı…



     Öncelikle sizinle söyleşi yapma fırsatı verdiğiniz için teşekkürler.
     Gönül Çatalcalı kimdir? Bize kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz?

      Ben özgeçmişlerimde kendimi Dünya Vatandaşı, Egeli, İzmirli, Akhisarlı, Karşıyakalı diye tanıtırım. Eğitimci yazarım. 28 yıl ortaokul ve liselerde Türkçe ve Edebiyat öğretmenliği yaptım.

     İlk öykü kitabım “Hiçbir Şeyin Beklentisi” Yom yayınlarından çıktı.     2009 yılında “Yedi Yeşil Fil” adlı öykü kitabım İlya yayınevince yayımlandı. 2011 yılında Pupa Yayınevi’nden, “Güvercin Beyazı” adlı öykü kitabım çıktı. Tekin Yayınevi tarafından yayınlanan kitabım isimsiZ, ilk romanımdır. Çocuklar için yazdığı ÖMER FM adlı roman, Yakın Kitabevi yayınlarından çıktı. TUTUNMAK adlı öykü kitabı da Nisan 2016 tarihinde Yakın Kitabevinden çıktı. 

     Ne zaman öyküler yazıp yazar olacağım dediniz?

   Ben yıllarca okumaya çok ağırlık verdim. İyi bir okur olmak iyi bir yazar olmak kadar önemlidir. Uzun okumalar sonunda yazma fikri kendiliğinden şekillendi. 1994 yılında öyküler yazmaya başladım.  

     İlk yazınızın çıkış hikâyesi nasıl oluştu?

     Dediğim gibi, yıllar süren okumalar yazma isteği oluşturdu bende. İlk yazdığım metin bir kadın hikâyesiydi. Arayışlar içinde olan bir kadını anlatmıştım. Arkası geldi sonra öykülerin. Böyle, yazma deneyimleri oluşturduğum 50’ye yakın öyküm vardır, hiçbir yere göndermeyip yalnızca kendim için yazdığım. Yazma meselesini, öykü yapılanmasını çözmek için… Sadece yazmayı öğrenmek için. Bitti mi bu süreç? Hayır. Öğrenme çabalarım hâlâ devam ediyor ve edecek.

     İlk öykü kitabınızı “ Hiçbir Şeyin Beklentisi “ 2006 yılında yayımladınız ve devamı geldi.  Yazı yazmadığınız zaman kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

     Yazmak benim günlük işlerim arasındadır, ama en çok önemsediğim uğraşımdır. Ancak okumalar da öyle. Yazmadığım günler olmuştur ama okumadığım gün yoktur diyebilirim. Ne deneyimler ne gözlemler… Hiçbiri okumanın yerini tutmaz.

   Okumadan yazanların çoğunlukta olduğu bir yazın dünyasında yaşıyoruz. Okurken hissettiğim her şeyi, yazarken de hissederim. Yaratılmış bir metnin hazzını duymakla, yazmanın, yaratmanın hazzı –neredeyse- aynı şeydir benim için. 

     Kelimeler nerede, ne zaman kalemin kâğıtta raks etmesini sağlıyor?

   Yazdığım her metinde dili çok önemserim. Hangi konuyu yazarsam yazayım, dil işçiliği üzerinde yoğunlaşırım. Bitmiş bir öyküm ya da romanımın ince işçilikleriyle uğraştığım esnada sözcüklerin büyüsüne kapılır giderim. O cümleyi sizin kılacak inanılmaz sayıda seçenek vardır. Denerim, sözcüklerle oynarım, belki dediğiniz gibi, kalemin kağıtta raks edişi budur.

     Aklınıza gelen fikirleri not alır mısınız?
  
   Notlarım vardır. Yazamayacağım durumlarda zihnime not eder, uygun ortam bulunca hemen notlarıma eklerim. Çünkü zaman acımasızdır ve silme, unutturma yeteneği çok gelişmiştir.

     Genelde hep öykü yazıyorsunuz. “ İsimsiZ “ adlı romanınız nasıl oluştu?

    Psikolojik bir öykü yazmaya başlamıştım, ilginç bir konusu vardı. Ancak öykü uzadıkça uzadı ve sonunu bir türlü getiremedim, bıraktım. Aradan yıllar geçti ve bu öykü zihnimin bir köşesini hep rahatsız etti. Zaman içinde bu konunun bir öykünün boyutlarında, sınırlı alanında sonlanamayacağını anladım ve başka olaylarla, yan karakterlerle besleyerek bir roman yazmaya karar verdim.  isimsiZ böyle doğmuştur. İlk öyküden fersah fersah uzaklaşmış ama sonunda hem içindeki öykücüklerin, hem de ilk öykünün finalini yapmıştır.

   Çeşitli öykü ödülleriniz bulunmakta. Hem büyüklere hem de çocuklara yönelik öyküler yazmaktasınız. Hangisi daha keyif verici?

     Birkaç ödül aldıktan sonra öykü yarışmalarına katılmadım. Hangi türde yazıyorsam, çok severek yazıyorum. Zaten bütün türler birbirini besler. Ancak ille de bir seçim yapmam gerekirse, uzun soluklu roman yazmayı çok sevdim diyebilirim.

     Çocuklara öyküler yazarken nasıl bir yol izliyorsunuz?

     Birkaç denemenin ardından mizah yazabileceğimi keşfettikten sonra çok eğlenceli bir hal aldı çocuklara yazmak. Mizahı sevdim. Yazdıklarıma önce kendim gülmeliyim. Beni güldüren şeyler üzerinde yoğunlaşıyorum. Çocukların anlayabileceği bir dille yazmaya, uzun olmayan tümceler kurmaya özen gösteriyorum. ÖMER FM, ilk çocuk kitabım. Çocuklardan gelen değerlendirmelere göre, doğru yolda olup olmadığımı anlayacağım.  


     Okumayı sevdiğiniz Türk ve Dünya yazarları kimlerdir?

   Bilge Karasu, Füruzan, Sabahattin Ali, Oğuz Atay, Ece Temelkuran, Oya Baydar, Aslı Erdoğan, Sema Kaygusuz…

    Yabancı yazarlardan, Cortazar, Maguritte Duras, Virginia Woolf, Pascal Mercier, Borges…

    Borges’in Kum Kitabı adlı öyküsünü belli aralıklarla okurum, Woolf’un Dalgalar’ı gibi… Aslı Erdoğan’ın, Gecenin Sessizliğinde’si gibi… Sema Kaygusuz’un bazı kitaplarından bazı bölümleri okuduğum gibi… 


     Yakın tarihte adını duyup okuduğunuz yazarlar kimlerdir?

   Şu an Chuck Palahniuk’un Gösteri Peygamberi’ni ilgiyle okuyorum. Yeraltı edebiyatı sayılabilir. Kitabı ve Yazarının adını bir iki yıl önce duymuş, kitabı almıştım, okuma sırası ancak geldi.


     Biliyorsunuz benim bir de yemek bloğum var. En sevdiğiniz yemek hangisidir?

     En sevdiğim yemek elbasan tavadır.

     Farklı kültürlere ait yemekleri sever misiniz?

     Farklı tatları denemeyi severim ancak yapmaya gelince... Bildiğim yemeklerden şaşmam.

     Yemek yapmak, yazı yazmak… Size nasıl duygular veriyor?

     Yemek yapmak çok zaman alan bir uğraşı, benim için yazı ile karşılaştırılamayacak kadar sıkıcı, yorucu bir iş. Onca uğraşıya rağmen bir iki öğünde tükenen bir şey yemek.  O kadar çok zamanım yok. Yemek yaparken dinlenenlerden, zihin boşaltanlardan değilim. Mutfak tezgâhında makine gibi çalışırım. Yaptığım yemeği değil, yazdıklarımı, okuduklarımı ya da öykü kurgularımı düşünürüm. Zorunluluklar olmasa mutfağa bile girmem çay demlemek dışında. Ancak bir ev hayatım olduğu için, zorunluluklar nedeniyle, basit ve bildiğim, zamanımı çok almayacak yemekler yapıyorum. (Bu arada her nasılsa elimin lezzetli olduğunu söylediklerini de eklemeliyim.) Tatlıyı çok severim, yapılması kolay, pratik tatlılar, pastalar yaparım kendimiz ve konuklarımız için. 


     Sevdiklerinize özel günlerde yaptığınız bir yemek tarifini bizimle paylaşır mısınız?
   
     Et yemeklerinin yanına fırında mantar yaparım. (Son derece kolay olduğu için!)
Mantarların yuvarlak kısımları çıkartılır, üst kısımları soyulur, yıkanır. Bir borcama çukur kısmı yukarı gelecek biçimde dizilir. Mantarların dip kısımları da aralara yerleştirilir. Mantarların üzerlerine birer çay kaşığı tereyağı konur. Biraz süt, biraz su eklenerek, fırına verilir. Mantarlar su salıp tekrar çektikten, piştikten sonra üzerine rendelenmiş kaşar peyniri eklenir, hafif kızartılır.

       
     Yazar olmak isteyenlere önerileriniz nelerdir?

   Yazar olmak, bir meslek sahibi olmak gibi istemekle olunacak bir durum değildir kanaatimce. Kitap sevgisinden, uzun yıllar yapılan okumalardan sonra kendiliğinden doğan, gelişen bir eğilimdir. Yetenek konusunu önemsemem, geliştirilmeyen yetenek bir işe yaramaz. Bence yazmanın birinci koşulu okumaktır. Bugün okumadan yazmaya çalışan, tanınmaya, hayatına bu şekilde bir anlam katmaya uğraşan okumaz yazarlara rastlıyoruz elbette, ama sözüm onlara değil zaten.

      Yazmanın doğal olarak geldiği kişilere ise önerilerim şudur: yazın, okuyun, yazın, yeniden okuyun. (Bir yazarı besleyen en önemli kaynak, başka metinlerdir.)

      Yazdığınız, yeterli bulmadığınız her metni çöpe atmaktan çekinmeyin. Yazdıklarına tapanlar, bir paragrafına bile kıyamayanlar, ürettiklerine paha biçemeyenler hiçbir zaman yazmada yetkinliğe ulaşamazlar.

     Röportajı yapan siz olsaydınız, sorulmamış hangi soruyu kendinize sorardınız?

     “Nasıl bir dünyada yaşamak isterdiniz?” sorusunun sorulmasını isterdim.

      Saatlere bölünmüş zaman dilimleri en büyük düşmanımdır. Zamanımı bölen çizelgeler beni çok ürkütür. Üretme, yazma konusunda en büyük sıkıntımdır zaman. Yazı için çok sevdiğim resmi bile bıraktım, zamana yetişemediğim için ve hep üzülürüm buna… 8 saat uyumak zorunluluğu ise, her yere yetişmek, bir de sanat üretmek zorunda kalan insan evladına yapılmış en büyük haksızlıktır. Zamanımızın en kıymetli parçalarının yatakta geçmesi demektir bu… Bedenlerimiz, daha az uykuyla yetinebilecek donanımda olmalıydı diye düşünürüm hep.

       Bense… Zamansız bir dünyada yaşamak isterdim. Koşturmadan, bir yerlere, bir şeylere yetişmeye uğraşmadan… Geniş zamanlarda resimlerimi yapmak, boya kokusunu hissetmek… Yatmam, uyumam gerektiğini düşünmeden kitap okumak, yazı masamda güneşin doğuşu ve batışı ile ilgilenmeden, yarını, dünü, bugünü hatta kendimi unutarak yazmak isterdim…

        Değerli vaktinizi ayırıp sorularıma içtenlikle cevap verdiğiniz için tekrar teşekkür ederim.

                Lale BOLLUKCU

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder