7 Mayıs 2016 Cumartesi

Türkiye’de mizah öyküleri yazan ilk kadın yazarımız: Canan Tan

      Türkiye’de mizah öyküleri yazan ilk kadın yazarımız.


     Edebiyatın çeşitli türlerinde başarılı olduğunu her kitabında bir kez daha kanıtlayan, adı ve ünü dilden dile dolaşan usta kalem Canan Tan ile İzmir gibi sıcacık keyifli bir röportaj yaptım.







    Lale Bollukcu: Öncelikle sizinle söyleşi yapma fırsatı verdiğiniz için teşekkürler. Çeşitli konularda farklı yazım türlerinde kitaplarınız var. Sizin için çekim gücü yüksek olan yazım türü hangisi?

     Canan Tan: Zaman, mekâna göre değişiyor. Gerçekten çok farklı türlerde yanı sıra çok farklı konular da yazabiliyorum.

   Piraye’ye bakarsak töre romanıdır. Arkasından iki tane tıpla ilgili yani eczacı olmasam yazamayacağım romanım vardır. Eroinle Dans, bağımlılık konusunu işlediğim. En Son Yürekler Ölür, bir organ nakli konusunu işlediğim romanımdır. İz, bir baba kız hikâyesidir. Hasret mübadele, Pembe Ve Yusuf yine bir töre, en son yazdığım Kelepçe de hapishanede yatan kadınların hikâyesidir.

     Aslında bir zamanlar Canan Tan bir aşk romanları yazarıdır diye lanse edilmeye çalışılıyordu. Benim bir tane aşk romanım var, Yüreğim Seni Çok Sevdi. Onun dışındakilerde de aşk var ama motif, yan öğe olarak. Yanı sıra tür değişikliğim de var. Çocuk kitaplarım var.

     Mizah özellikle benim için çok önemli. Üç tane mizah kitabım vardı, Ah Benim Karım Ah Benim Kocam çıkınca dört oldu. Mizah türünü kendime en yakın tür olarak görüyorum.


        Lale Bollukcu: Bu eserleri yazarken nasıl hazırlıklar yapıyorsunuz?

   Canan Tan: Bazen önce konu oluyor bazen de şahıslar öne çıkıyor. Genelde kendim kurguluyorum. Bir tek Hasret gerçek yaşamdan alınmış bir öyküydü.

      Konu belirlendikten sonra geniş bir şekilde inceleme araştırma yapmam gerekiyor. Hiçbir zaman araştırma inceleme yapmadan yazmaya oturmuyorum. Mekânlar çok önemli, kitaplarda neresi varsa oralarda yaşanmışlıklar da var. Benim gittiğim gördüğüm yerler muhakkak yazılanlar. O inceleme süreci tamamlanıyor ondan sonra masa başına oturuyorum yazmaya.


      Lale Bollukcu: Notlar alıyor musunuz? Mesela gün içinde bir yerlerdesiniz. Aklınıza gelen fikirleri yazıyor musunuz?

     Canan Tan: Genelde notlar alıyorum. Kitap fuarlarına ve ya başka nedenlerle gittiğim yerlerde otel odasında sabaha karşı bile olsa aklıma gelen fikirleri hemen not alıyorum. Başucumda devamlı kâğıt kalem bulunduruyorum. Onları kısa kısa not ediyorum daha sonra canlanıyorlar.


      Lale Bollukcu: Kelimeleriniz ne zaman ve nerede kalem ile kâğıtta raks ediyor?

     Canan Tan: Ben bilgisayarda ya da daktiloda yazmıyorum. İlk zamanlar yazıyordum. Yeni Asır gazetesinde iki sene boyunca haftanın üç günü yazı yazdım. Orada benim beyin hızımla klavye hızı paralel gidebiliyordu. Son derece biriktirmişim öykümü her şey hazır sular seller gibi yazıyorum ama klavyenin sesi o yoğunluğu bozuyor. Onun için müsvedde kâğıtlara çalakalem yazıyorum temize çekiyorum ondan sonra bilgisayara geçiriyorum.


   
     Lale Bollukcu: Yeni kitabınız Kelepçe de hapishanedeki kadınları konu almışsınız. Nasıl bir duygu ve çalışmanın ürünü olarak ortaya çıktı Kelepçe?

     Canan Tan: Kelepçe son çıkan kitabım. Bende kitap projeleri yıllar öncesinden başlar. Bir kitabı yazmayı düşündüysem kesinlikle ön ve ruh hazırlıkları başlamış demektir.

     Yıllardır hapishanede yaşayan kadınların yaşamlarını yazmak istiyordum. Benim ilk büyüklere olan kitabım Çikolata Kaplı Hüzünler’de Zincir adlı bir öyküm vardı, orada Yeter başrolde. Altı çocuklu bir ailenin altıncı kızı, çileli bir hikâye, bu hikâyede karakterin hapse düşme anına kadar olan kısmını yazmıştım. Aileden gelen şiddet, evlendiği zaman aynı şiddetin devamını yaşaması ve en son noktada da zincirlerini parçalaması…

    Aslında orada trajik bir cinayet işliyor, kızını korumak için mecbur kalarak işlediği bu eyleme kendisi zincirlerimi parçaladım diyor. Ben bir de bu hikâyenin hapishane sayfasını görmek istedim.

     Görmediğim gezmediğim mekânları yazmadığımdan dolayı o mekânlara gitmem ve orada yaşayan kişileri görmem, konuşmam gerekiyordu. Aslında cezaevi ve tutukevlerine girmek zor ve meşakkatli bir iş, İzmir Kapalı Kadın Cezaevinden gelen “ Gelip burada kadınlarımızla söyleşi yapar mısınız? “ teklifi ile araştırmalarıma başlamış oldum. Cezaevlerine girerek oradaki kadınların hikâyelerini dinledim ama bire bir o hikâyeleri yazmadım.

    Eğer Gazeteci kimliğim ile oraya girseydim oradaki kadınlar ile görüşür, oradaki şartları gözlemler ve onları haber yapardım, edebi bir yazı olmazdı. Ben oraya Yazar kimliğim ile girdim, farklı bir kitap hazırlığı içindeydim ve yazacaklarım edebi nitelikte olacaktı.

   Benim amacım bir cezaevini anlatmak, olumlu ya da olumsuz şartları anlatarak okuruma yansıtmak değil, buradaki kadınların yaşamları ve onların yaşam öyküleri. Tabii ki o yaşam öykülerine mekân olacak yerler çok önemli.  Ben orada o şartları gözlemlemek için bulundum. Yemek listelerine kadar aldım, atölye çalışmaları, kurslar, bütün her yerini gezdirdiler. Araştırmamı, yaparak Kelepçe kitabımı yazdım.



      Lale Bollukcu: Benim bir de yemek kültür bloğum var. Kitaplarınızın çoğunda mutlaka bir yemek tarifi var. Yemek yapmak ile aranız nasıl?

     Canan Tan: Sevdiğim yemekler var ve eczacılıktan gelen bir ölçü denge unsuru sayesinde iyi yemek yapabiliyorum. Hatta Aynur Tartan’ın yemek kitapları vardır. Ben de ona Diyarbakır’ın Ekşili Dolma’sını anlatmıştım. Diyarbakır’a 21 yaşında gelin gittiğim için yemek kültürünü çok iyi bilirim.

     Meftune, ekşili dolma, sıkma pilav büyük çoğunluğunu bilirim. Yanı sıra İzmir’de de oturduğum için çoğu yemeği bilirim. Fırsatım olsun mutfağa girebileyim.


     Lale Bollukcu: Yazar olmak isteyenlere neler söylersiniz?

    Canan Tan: “ Yazar olmak istiyorum “ diye bir cümleyi kabul edemiyorum. Yazar olmak istenmez o bir dürtüdür o gelir sizi bulur.

   Ben mesela yazar olacağım diye bir şey istememiştim tamam okul olarak Basın Yayın düşünmüştüm ama Eczacılığı bitirerek Eczacı oldum.

  Yetenek ve ışıltı varsa sizi basamak basamak olgunlaşarak o noktaya götürür. Edebiyat Fakültelerinden bile mezun olan insanlar yazar olamayabiliyor. Yanı sıra Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Tarık Dursun hepsi ortaokuldan terk.

     Yetenek ışıltısı sol anahtarıdır. Ondan sonra basamakları çıkarak yazar olunabilir.

     Lale Bollukcu: Bu yoğunluğunuzda vaktinizi ayırarak röportaj teklifimi geri çevirmediğiniz için teşekkür ederim.

             Lale BOLLUKCU














Hiç yorum yok:

Yorum Gönder