16 Şubat 2016 Salı

Okurun bir kitabı sadece okumuş olması için değil, bazı konuları araştırarak öğrenmesi için de kitap okumasını isteyen yazarımız: Murat Şahin

Kısa Zamanda 3.ncü Baskısı Yapılan Esnaf Lokantası'nın Başarılı Yazarı Murat Şahin ile Söyleşi





Öncelikle sizinle söyleşi yapma fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim.
Murat Şahin kimdir? Bize kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz?

1977 İzmir Gültepe doğumluyum. Yaklaşık 1996’dan beri öykü yazıyorum. Bu öykülerim Notos Öykü, Dünyanın Öyküsü, Kitapçı gibi çeşitli dergilerde çıktı. Daha sonra 2008 yılında bu öyküleri bir kitapta toplamayı düşündüm. Amtafarak ismi ile yayınladım. Yaklaşık 2008 yılından 2011 yılına kadar kitap piyasada kaldı. 2011 yılında baskısı bitti.
2011 yılında İstanbul’da bir Kent Projesi hayata geçirildi. Proje kapsamında yaklaşık 40 yazar 40 semti anlattı. İlk 10 proje içine girdi. Sonra bu proje İzmir’e uyarlandı ve 45 yazar 45 semti anlattı. Benim Gültepe’de doğum yaşadığımdan dolayı Heyamola Yayınları bu projeye katılmamı istedi. Kent Projesi olarak 2011 yılında Direniş Adı Gültepe’yi yazdım.
Öykülerim çoğaldı ve Esnaf Lokantası için Minval Yayınları ile sözleştik. 2015 Nisan ayında çıktı. Çıktığının 3.ncü günü ilk baskısı tükendi. Hemen 2.nci baskısı yapıldı. Şimdi 3.ncü baskısı yapılıyor. Normalde öykü çok basılmaz. Mesela roman 2000 basılıyorsa öykü 1000 basılır. İlk baskısı 1500 yaptık. İkinci baskıyı 1500 yaptık. Üçüncü baskı birkaç güne kadar satışa çıkacak.
Amtafarak öykü kitabımı kayıp bir kitap gibi düşünüyorum. Yeterince duyuramadık, yeterince okura ulaştıramadık. Onun içinden çok sevdiğim 6 öyküyü aldım ve hazırdaki 10 öyküm ile birlikte Minval Yayınları’ndan Son Tren isimli öykü kitabımı çıkardım. Bu sene Ocak ayında yayınlandı. Minval Yayınları Esnaf Lokantası’nın başarısından sonra Son Tren kitabını 5000 adet olarak bastılar. Biz bu kitabın arkasındayız dediler.
Gerçekten arkasında oldukları kadar var. Her iki kitabı da okuduğum için güzel bir okuyucu kitlesine ulaştığınıza eminim. Kendimizi bulduğumuz, etrafımızda gördüğümüz, çevremizde izlediğimiz, kulak misafiri olduğumuz olayların derlemesi. Yazım tarzınız çok güzel, akıcı.

Özellikle şunu yapmaya çalışıyorum okuru yormadan, meraklandırarak, sonuca ulaştırmaya çalışıyorum.

Birkaç öykünüzde dikkatimi çekti. Öyküyü okurken ana karakterin erkek olduğunu düşündüm. Öykünün son cümlesine geldiğim de ise ana karakterin bayan olduğunu öğrendim.

Beş öyküsünün sonunda da ana karakterin kadın olduğunu öğreniyorsunuz. Kaptan hikâyesinde de aynı şekilde. Ben okurun beyninde taht kurup bir yandan da kalbini yokluyorum. Vicdan dediğimiz duygu çok önemli benim için. İnsan hayatının yaşam içerisindeki sürecinde vicdanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çok önemsiyorum. Kurgu üzerinden çıkarak öykülerimi yazıyorum.
Edgar Allan Poe dan çok etkilendim. Kurguları beni cezbediyor ve Morgue Sokağı Cinayeti kitabını tekrar tekrar okuyorum. Hikâyelerimde kurgu yapmaya başladım. İlk kitabımdaki öykünün ismi Amtafarak, karafatmanın tersten yazılışı. Çünkü ben karafatmayı anlatıyorum öyküde. Okurun en başta onun karafatma olduğunu bilmemesi için ismini tersten yazdım. Hikâyeyi okurken karakterin ilk olarak insan olduğunu sanıyorsunuz. Sonra kedi, fare ve en sonda finalde de karafatma olduğunu öğreniyorsunuz. Okuru şaşırtmayı çok seviyorum. Finallerimin okur için hep vurucu olmasını istiyorum.
Değerli yazar Aydoğan Yavaşlı bana, Sen burada ne anlatıyorsun? Okura ne anlatıyorsun? dedi. Benim öyküye bakış açımı değiştiren bir sözdür bu.
Ben Esnaf Lokantası’nda Yusuf Atılgan’ı anlatıyorum. Son Tren’de Özkan Mert’i anlatıyorum. Bekle Beni’de Konstantin Simonov’u tanıtıyorum. Çeyiz hikâyesinde Alzheimer hastası bir annenin, anneannenin hikayesini anlatıyorum, 12 yaşındaki bir kız çocuğunun gözünden. Efe, Ali ve Mıstık’ın hikayelerinde bizim 80 kuşağının, 90 kuşağının çocukluğunu anlatıyorum.
Neden anlatıyorum bunları? Hatırlatmak için. Bakın biz böyle yaşıyorduk. Bizim çocuklarımız aaa bak annelerimiz, babalarımız bunları yaşamışlar desinler diye yaşanmışlıkları anlatıyorum. Biz ağaçtan düşüp kolunu kıran bir nesildik. Playstatıon konsolunun kaplosuna takılıp düşen bir nesil değildik.

Evet güzel bir konuya değiniyorsunuz. Biz dışarıda sokakta oyun oynayan bir nesildik. Arkadaşlık vardı. Gerçek olayları kurgulayarak geçmişimizi bugüne taşıyarak yazıyorsunuz. Klasik bir soruyla devam edeyim. İlk ne zaman, nasıl yazmaya başladınız?

Sürekli okuyan bir kişiydim. Hâlâ da okuyorum. İlk olarak nasıl öykü yazarım diyerek 1996 yılında Amtafarak ve Kör Karanlık’ı yazdım. Arkadaşlarıma gösterdikçe çok ilginç ve güzel olduğunu söylediler. Ben de öykü dergilerine göndermeye başladım. Dergilerde yayınlanmaya başladıkça bu işe devam etmeye başladım. İnsanları şaşırtmak için yazıyorum.

Zaten yazmak cesarettir bir şekilde. Cesaretli olanlar bu adımı atarlar. Bir öykü yazacağınız zaman nasıl, nerede, ne zaman yazarsınız yazılarınızı?

Önce hikâyeyi bulduğum zaman ilk olarak sonunu bulmam lazım. Hikâyenin sonunu bulamazsam yazamıyorum. Kafamda kurguluyorum önce ve özellikle geceleri yazıyorum. Çoğunluk için ilk cümle önemlidir, benim için son cümle. Hikâyenin sonunu bulduğum anda geceleri kendimi dışa kapayarak yazıyorum.

Okumaktan hoşlandığınız Türk ve Dünya yazarları hangileri? Özellikle yakın zamanda yazanlar arasında.

Edgar Allan Poe, Sait Faik Abasıyanık baştacımız…
Melisa Kesmez, Onur Caymaz, Barış Bıçakcı. Özellikle Türk öykücülerini okumaya çalışıyorum. Herkes gibi yazarsanız sıradanlaşırsınız. Ben biraz farklı yazmak istiyorum. İnsan sıcaklığı olan her şeyin ilgi göreceğini ve önemli olanın okuru kalbinin bir köşesinden yakalamak olduğunu düşünüyorum. Kalbinin bir köşesinden yakaladığınızda o okur sizi hep okumaya devam eder. Siz de onu öykülerinizde alır götürürsünüz. Ben okuru alıp çocukluğuna götürmek istiyorum.
Bekle Beni öyküsünü okuduktan sonra Konstantin Simonov’u Google yazarak aratmalarını kim olduğunu öğrenmelerini istiyorum. Bekle Beni şiirini açıp okumalarını istiyorum. Ezgi’nin Günlüğü’nü tanımalarını istiyorum. Bekle Beni şiirini bestelediklerinden dolayı Ezgi’nin Günlüğü’nü dinlemelerini istiyorum. Diren Ey Kalbim’le Özkan Mert’i tanısınlar araştırsınlar öğrensinler istiyorum. Okura hedef gösteriyorum, ama güzel hedefler.

Okurun bir kitabı sadece okumuş olması için değil, bazı konuları araştırarak öğrenmesi için de kitap okumasını istiyorsunuz

Okuru biraz yönlendirmek istiyorum. Nasıl Esnaf Lokantası’nda Yusuf Atılgan’ı merak etmesini istiyorsam, Çeyiz’i okuduğunda Alzheimer hastası bir insanın neler yaşadığını, yanındaki insanlarında ne kadar üzgün ve yıpratıcı bir dönem yaşadığını bilsin istiyorum. Ben okura şunu anlatmak istiyorum, ben seni anlatıyorum. Ben çok iyi bir anı çalıcısıyım. Bu hikâyelerin yüzde doksanı yaşamış insanların anılarından oluşmakta.

İnternetteki sayfanızda kendiniz için okur/yazar, gezer/yazar, izler/yazar demişsiniz. Yazmak sizin için ne ifade ediyor? Duygularınız sizi nerelerden getirip nerelere götürüyor?

Yazmak benim için, hepimizin duygu bütünlüğünü, mutluluğunu, mutsuzluğunu aktarmaya çalışmaktır. Bu ortak paydaları birbirimize aktarmak istiyorum. Öykülerde yaşananlar hepimizin duyguları, yaşanmışlıkları. Yazmak benim için çok önemli. Hep yazacağım. Bir insanın yaşadığı her hangi bir olayı, mutlu, mutsuz, acısıyla tatlısıyla anlatmaya çalışıyorum. İnsanların başkalarına anlatamadıkları olayları kelimelere dökerek öyküleştiriyorum.

Roman çalışmanız var mı? Roman yazmaya nasıl bakıyorsunuz? Herkes öykü yazamayabilir herkes roman yazamayabilir. Ve ya öykü yazan çok daha rahat roman yazar. Sizin için nasıl?

Ben roman konusunda biraz zayıfım. Roman yazamıyorum. Sekiz senedir elimde bekleyen bir roman var daha bitiremedim. Roman çok uğraştırıcı. Ben öyküde daha çok tat alıyorum. Şimdilik roman yazmayı düşünmüyorum. Her daim öykülere devam. Şu an roman tadında bir uzun öykü yazıyorum. Bir müzisyenin hayatı. Çok fazla anı kitabı okuyorum. Yazdığım öyküleri anılardan esinlenerek yazıyorum. Bu müzisyenin sıfırdan gelerek yukarı kadar nasıl çıktığının öyküsünü yazıyorum. Böyle bir uzun hikâye yazabiliyorum ama roman yazamıyorum. Oturup roman yazma sürecine hakim değilim. Sabırsızım, hemen her şey olsun bitsin isterim. Uzun öyküm çok nadirdir. En kısa şekilde anlatabilmek benim daha çok işime geliyor.

Öyküleri yazarken ruhunuzda hangi fırtınalar esiyor?
Önce hikâyeyi belirliyorum. Eğer sonunu da bulduysam o hikâyenin, yazacağım hikâyenin moduna göre müzik açıyorum. Hüzünlü bir öykü ise hüzünlü bir müzik, çocuklara yönelik bir hikâyeyse daha neşeli bir müzik açıyorum. Özellikle o hikâyenin içine girip, ana karakter gibi düşünmeye çalışıyorum. Gerekirse hikâyedeki konuları önceden araştırıyorum. Fazla mekân kullanmam, tasvir de yapmam. Belirsizliği seviyorum. Bazı şeyleri okurun hayal etmesini isterim. Böylelikle okurlarla hikâyelerin daha çok özdeşleştiğini düşünüyorum. Hikâye kafamda bittiyse çok mutlu oluyorum ve bir, bir buçuk saatte de yazıyorum. Birkaç hikâyemde sonunu yazarken içim acıdı. Çeyiz ve Baston bunlardan bir kaçı. Bu anıların ve yaşanmışlıkların da yazılması lazım.

Hikayeleri yazdıktan sonra ilk okuduğunuz kim oluyor?

Ben şöyle bir şey yapıyorum. Ben geceleri üçe kadar yazarım. Bitirdikten sonra eşime mail atarım. Eşim sabah işyerinde okur. Okuduktan sonra bana düşüncelerini yazar. Bazı hikâyeleri okuduktan sonra internete girerek hikâyedeki konuyu araştırır. Benim de istediğim bu. Okurları araştırmaya teşvik etmek.

Röportajı yapan siz olsaydınız aklınıza hangi soru gelirdi size sorulmamış?

Güzel bir soru sordunuz. Daha önce hiç sorulmayan bir soruyu sordunuz. Mesela neden Yusuf Atılgan’ı yazdınız? sorusu olabilir. Yusuf Atılgan’ı hep kendim konuşma sırasında anlattım, ama hiç soru olarak sorulmadı. İhsan Bayram bizim çok sevdiğimiz değer verdiğimiz bir yazar arkadaşımızdı. Hep bir araya geldiğimizde Yusuf Atılgan’ı anlatırdı. Sonra ben bu anılardan yola çıkarak bir hikâye yazdım. Ben esnaf lokantalarını çok severim. Nereye gitsem esnaf lokantalarında yemek yerim. Çünkü onlar temizdir, çay su bedavadır, fiyatları uygundur. Ben biraz da İhsan abiyi yaşatmak istedim bu öyküde.

Yazarlarla tanıdık olmanız, haşır neşir olmanız size daha büyük yazma şevki verdi mi?

Tabii ki, yazarlarla tanışmış olmak size bir sürü güzel kapı açıyor. Her anlamda bir sürü kapı açıyor. Yardım destek, sizi yönlendiriyorlar, bilgi alışverişi sağlıyoruz. Onların anılarını dinliyorum. Onlar bu işin duayeni. Biz onların öğrencileriyiz. Anılara meraklı olduğumdan dinlemeyi de seviyorum okumayı da. Ben İhsan Bayram’ı tanımamış olsaydım Esnaf Lokantası olmayacaktı.

Yeni nesile yazılar yazmaları için neler söylersiniz? Nasıl teşvik edersiniz?

Öncelikle ilk olarak günlük yazmaya başlasınlar. Günlük yazmak ilk başlarda zor ve sıkıcı gelebilir ama daha sonra bu yazım işlemi onların da çok hoşuna gidecek. Yazma süreçlerinde çok etkili olacak. En önemli şey iyi bir okur olmak. İnsan yazmadan önce iyi bir okur olmalı. İyi bir okur olursanız iyi bir yazar olma açısından önünüzde büyük bir derya deniz olur. Öncelikle iyi bir okur olmak ve günlük tutup bol bol yazmak. Yeni başlayanlara ya da başlayacak olanlara tavsiyem bu.
Değerli vaktinizi ayırıp sorularıma içtenlikle cevap verdiğiniz için çok teşekkür ederim.

Ben teşekkür ederim.


Lale Bollukcu


































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder