Yüreğine
dokunan hikayelerden yola çıkarak roman yazan yazarımız Serpil Ciritçi…
Şiir yazıyor, resim yapıyor, Kuantum
yaşam koçu, NLP ve kişisel gelişim uzmanı, yazar… On parmağında on marifet olan nadide
bir kişi… Hem yeni romanı Kavin’i hem de edebiyata olan tutkusunu konuştuk…
Öncelikle
sizinle söyleşi yapma fırsatı verdiğiniz için teşekkürler.
Edebiyata olan tutkunuz nasıl başladı?
Sizi yazmaya sevk eden ne oldu?
SC: Bu tutkunun ne zaman nasıl başladığını
tam olarak hatırlamıyorum. Annem okumayı çok sevdiği için çocukluğumda evimizde
çok kitap olduğunu hatırlıyorum. 14- 15 yaşlarımda kendi yaşıma göre okuyabileceğim
kitaplar bitince kitaplığımızdaki yabancı klasikleri okumaya başladım. Cronin’den
Balzac’a, Steinbeck ‘ten Tolstoy’a hemen tüm klasikleri okuyup bitirdiğimde
henüz 18 yaşındaydım.
Babam gece yarısı sık sık odamın
kapısını çalar artık yatmamı yoksa bu gidişle gözlerimin bozulacağını söylerdi.
Tamam, yatıyorum dedikten sonra tekrar kalkıp okuduğum romanı elime alır
kaldığım yerden okumaya devam eder bambaşka dünyalarda, maceralarda kaybolur
giderdim. Çok okuyan her insan gibi yazma tutkum da o sıralarda başladı. Kitap
okumak benim için o kadar büyük bir keyif ve zenginlikti ki bir gün elime
kalemi alıp aynı keyfi başka okurlara yaşatmak istedim hep.
Lisede edebiyat derslerim hep çok
iyiydi. Özellikle kompozisyon ödevleri hazırladığımda öğretmenlerimin bütün
sınıfa örnek olarak benim kompozisyonlarımı okuttuğunu hatırlıyorum. Sonbahar mevsimini anlattığım bir
kompozisyonum ise liselerarası bir yarışmada Adana’da birinci seçilmişti. Orada
kazandığım ödül, beni motive eden ve
yazmaya sürükleyen en önemli etkenlerden biridir.
Romanlarınızı yazarken hazırlık
çalışmalarınızı nasıl gerçekleştiriyorsunuz?
SC: İlk önce kafamda ne yazacağımı
tasarlıyorum. Sonra sağım solum küçük karalanmış kâğıtçıklarla dolmaya başlar. Başucumda,
çantamın içinde her zaman küçük bir not defteri bulunur. Bazen evde televizyon
izlerken bazen vapurda ya da yürürken aklıma o anda gelen cümleleri hemen not
alırım. Sonra o cümlelerden küçük paragraflar çıkmaya başlar. Sosyal medya bu
anlamda iyi bir arşiv oldu benim için. Bazı cümlelerimi kâğıda bile not almadan
sosyal medyada yayınlıyorum.
Romanın çatısı yavaş yavaş ortaya
çıktığında sıra karakterlere gelir. Bu konuda genellikle çevremde yaşayan
insanlardan beslenirim. Bu bazen bir arkadaşımın annesi olur bazen üst kattaki
yaşlı amca. Psikoloji ve felsefe kitaplarını da çok okuduğum ve eğitimini
aldığım için bilinçaltı dünyamızda yaşanan çatışma ve zıtlıkları da roman
karakterleri üzerinden vermeye çalışırım.
Bir sinema sanatçısının ustalığı farklı ve
zıt karakterleri de başarıyla canlandırabilmesinde yatar. Tıpkı onlar gibi bir
yazarın ustalığı da farklı karakterleri tüm iç dünyalarıyla kelimelere
dökebilmesinde yatar diye düşünüyorum.
Karakterler de şekillendikten sonra sıra
onları çatısını kurduğum hikâye içinde bir araya getirmek kalır ki açık
söylemem gerekirse bir romanda en zorlandığım nokta burasıdır. Hikâyenin
akışını bozmadan kurgulamak oldukça zamanımı alır. Gece yatarken bile kafamın
içinde dans eder karakterler. En basit bir karşılaşma sahnesini yüz türlü
yazabileceğinizi bilirsiniz ama derdiniz en iyisini yazmaktır. Burada kendime
tek bir soru sorarım. Ben olsam ne okumak isterdim? Bu
sorumun cevabı romanın akışını da belirler.
Yeni yayınlanan üçüncü kitabınız Kavin’in
yazım süreci ne kadar sürdü?
SC: Kavin’i yazma sürecim uzun sürdü çünkü
bir defada oturup yazdığım bir roman olmadı. Hayatın bin bir türlü gailesi
içinde benimle birlikte oradan oraya savrulup durdu. Uzun aralarla başına
oturduğum bir roman olduğu için yazma sürecim 3 yıldan fazla sürdü.
Kitaplarınızı yazmaya başlamadan önce bir
toplumsal mesaj düşüncesi ile mi başlarsınız yoksa bu yazarken şekillenebilecek
bir durum mudur?
SC: Kavin’da aynı köyden çıkıp farklı
şehirlerde şekillenen hayatlar var. Kadın karakterlerden biri köyde yetişip
erken yaşta evlendirilerek şiddete maruz kalırken diğeri eğitimini şehirde tamamlayarak
başarılı bir gazeteci oluyor. Romanı yazarken illaki bir toplumsal mesaj kaygınız
olmasa da bu topraklarda yaşayan her vatandaş gibi eğitimsizlikten kaynaklanan
olaylardan etkileniyorum ve bu da ister istemez yazdıklarıma yansıyor.
Kavin’i küçükken dinlediğiniz Yusufçuk
kuşunun hikâyesinden esinlenerek yazdığınızı belirttiniz. Tarihi mekânlara
gittiğinizde ve hikâyeler dinlediğinizde neler düşünüyorsunuz? O an ben bunu
mutlaka not alıp yazmalıyım diye aklınızdan geçiyor mu?
SC: Elbette. Hemen her açıdan o kadar zengin
bir coğrafyada yaşıyoruz ki hemen her bölgenin kendine ait çok güzel
efsaneleri, hikâyeleri var. Keşke her biri tek tek ele alınıp yazılabilse. Ben
daha çok yüreğime dokunan hikâyelerden hoşlanıyor ve onları yazmak istiyorum.
Yakınlarda annem 1950’li yıllarda Ankara üzerinde düşen bir uçaktan bahsetti.
Yakın bir arkadaşının ablası o uçakta hostesmiş ve nişanlıymış. İki gün sonra
da düğünleri varmış. Gerçekten yaşanmış bu hikâye beni çok duygulandırdı. Ama
bir roman ama öykü olur bilmiyorum şu anda ama kafamın bir kenarına bir gün
yazmak üzere hemen not aldım.
Sizi yazmaya özendiren şeyler nedir?
SC: Tabi ki çok severek okuduğum kitaplar. İyi
yazılmış bir kitap bende hep aynı duyguyu uyandırır. Tıpkı bunun gibi
okuduğumda insanı çarpıp silkeleyecek bir roman yazmalıyım. Diğer yandan
kitaplarımı okuyan okurların beğenileri, övgü dolu yorumları da beni çok motive
ediyor. Yakınlarda tanımadığım bir okurumun sosyal medya üzerinden yazdığı bir
mesajını okudum kadar duygulandım ki aklımdan sadece şu cümle geçti; “Daha
yapacak çok işin var Serpil”… Hep daha iyi daha iyisine odaklan. Çünkü okur
bunun hakkını fazlasıyla veriyor.
Kimsenin okumayacağını bilseniz bile
yazar mıydınız?
SC: Yazardım. Her gün yürüyüş yapan bir
insanın o gün yürüyemediğinde duyduğu huzursuzluk gibi ben de gün içinde bir
kenara bir cümle bile not düşemedimse kendimi huzursuz hissediyorum. Yazmak
benim için artık bir yaşam biçimi. Tıpkı yemek ve uyumak gibi de gerekli. Çünkü
ruhuma iyi geliyor. Beni besliyor, canlandırıyor, hayata daha iyimser ve umutlu
bakmamı sağlıyor. Henüz kimsenin okumadığı o kadar çok yazım var ki.
Yazdığınız kitaplar arasında aklınızda
yer eden bir replik ve ya pasaj var mı?
SC: İnsan kendine benzeyen insanları sever
ve şehirleri…
Bu yüzden en yakınınızdakilerin
hatalarını affetmek kendi hatalarınızı affetmek gibidir.
KAVİN
Kelimeleriniz nerede, ne zaman kalemin
kâğıtta raks etmesini sağlıyor?
SC: Belli bir zamanı ve mekânı yok aslında.
Kelimelerin de bir enerjisi var. Eğer o gün istemiyorlarsa sabaha kadar da
uğraşsam yan yana düşmüyorlar. Bazen de sular seller gibi boşanıveriyorlar
beklenmedik bir anda. Güzel bir ağaç… Bir kuş sesi ya da bir çocuğun anlık gülüşü
harekete geçirebiliyor duygularımı. Hatta o kadar duygulanıyorum ki bazen
kelimelere kızıyorum yetersiz kaldıkları için…
Bir önceki röportajımızda yemek
kültür blog sayfam için harika bir yemek tarifi (Fırında kaşarlı tavuk)
vermiştiniz. Bu sefer okuyucularınıza hangi yemek tarifini vereceksiniz?
SC: Yemek dediniz de
ne zaman yemek yapmaya kalksam şunu düşünürüm. Yazmak da aslında tıpkı yemek
yapmak gibi… Elinizde çok malzeme vardır ama yemeğin lezzetli olması için
ayarında kullanmak zorundasınız. Tuzu ya da biberi biraz kaçırırsanız yemeğin
tadı bozulur. Yazmak da böyle bir şeydir. Cümleleri ne kadar iyi kurarsanız
kurun dozunda kullanmak zorundasınız.
Bu
aralar severek yaptığım bir yemek var.
Fırında kâğıt kebabı…
Malzemeleri
ise;
Yarım
kilo kuşbaşı et, yarım kilo bezelye, 4 adet patates, 3 yemek kaşığı margarin,
bir yemek kaşığı biber salçası, tuz karabiber, kimyon ve yağlı kâğıt.
Önce
bir tencerede etleri kendi suyuyla pişiriyoruz. Başka bir tavada çok ince
kestiğimiz patatesleri margarinle kızartıyoruz. Daha sonra etleri pişirdiğimiz
tencereye bu patatesleri, bezelyeleri, salçayı, tuzu, karabiberi ve kimyonu
ekleyip karıştırıyoruz. Dileyen bu karışıma biraz ince doğranmış yeşil - kırmızıbiber
ve havuç da ekleyebilir.
Yağlı
kâğıdı 4’e bölüp içine bu karışımı diziyorum. Sonra kâğıtları mendil şeklinde
katlayarak tepsiye diziyorum. Önceden ısıttığım fırında yarım saat pişirdikten
sonra servis yapıyorum.
Tüm
okuyucularımıza afiyet olsun…
Gelecek
ile ilgili projelerinizden söz eder misiniz?
SC: Ben
aynı zamanda bir kişisel gelişim uzmanıyım. Bu konu ile ilgili ilerde bir
televizyon programı yapmayı planlıyorum. Diğer yandan yakın bir arkadaşımla ara
sıra senaryo çalışmaları ile ilgili bir araya geliyoruz. Ülkemizin şu anda en
çok ihtiyaç duyduğu duygunun birlik ve bütünlük bilinci olduğuna inandığımız
için bize ortak değerlerimizi hatırlatan ve hepimizi kucaklayan bir dizi ya da
sinema filmi senaryosu üzerinde çalışıyoruz.
Ve tabii yeni romanlar yazmak…
Röportajı
yapan siz olsaydınız, sorulmamış hangi soruyu kendinize sorardınız ve cevabınız
ne olurdu?
SC: En iyi romanımı yazıp yazmadığımı sorardım
kendime…
Cevabım
hayır olurdu. Ne yazarsam yazayım hep daha iyisini yazabilme duygusu eşlik
edecek bana bunu biliyorum.
Ve bu güzel röportajı yapma imkânını bana
sunduğunuz için çok teşekkür ediyorum.
Sevgiyle kalın…
Röportaj teklifimi kabul edip içtenlikle
cevapladığınız için tekrar teşekkür ediyorum.
Lale
Bollukcu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder