26 Eylül 2016 Pazartesi

Kuantum Yaşam Koçu, NLP Uzmanı, Yazar: Serpil Ciritci…

Bir koltuğa birçok karpuz sığdıran değerli yazarımız ayrıca şiir yazıyor, resim yapıyor, Kuantum yaşam koçu ve NLP uzmanı. 

Uzun yıllara dayanan Kuantum yaşam koçluğu deneyimi ve birikimini Türkiye’de ilk kez bir roman içinde okuyucuya aktaran Serpil Ciritci ile sıcacık candan gülüşü gibi içten bir röportaj gerçekleştirdik…



     Bize biraz kendinizi tanıtabilir misiniz?
     Adana doğumluyum. İlk, orta ve yüksek öğrenimimi Adana’da tamamladıktan sonra bir süre kamu ve özel şirketlerde çalıştım. 15 yıl önce Adana’dan ayrılarak İstanbul’a yerleştim. Son olarak İstanbul’da bir holding’ in satış biriminde yönetici olarak çalıştıktan sonra oradan ayrılarak koçluk ve nlp eğitimleri aldım. Çocukluğumdan bu yana okumayı çok sevdiğim için zamanla yazma hevesim başladı. İlk önce kısa denemeler, öyküler yazmaya başladım.
     İlk romanım Gümüşlük Meleği 2012 yılında, bundan iki yıl sonra da Kuantumun Gücü adlı kitabım yayınlandı. Halen son romanım üzerinde çalışıyorum. Birçok şehirde bireysel ve kurumsal olarak kişisel gelişim konulu eğitimler, seminerler verdim ve vermeye devam ediyorum. Okumaktan ve yazmaktan arta kalan zamanlarda seyahat etmeyi, resim ve karikatür çizmeyi seviyorum.

       Kuantum fiziğine ilginiz ne zaman, nasıl başladı?
     Okumayı çok sevdiğim için konu ayırt etmeksizin bulduğum her kitabı okuyordum. Özellikle felsefe, psikoloji ve kişisel gelişim konulu kitaplar ilgimi çektiği için zamanla spiritüel konulara ilgim başladı. Oldubitti görünenlerden çok, görünmeyenlere inanma eğilimi taşırım. Fakat aynı zamanda gerçekçi ve mantıklı bir düşünce sistematiğine sahip olduğum için okuduğum metafizik kitaplarını mantıklı bir temele oturtmak için bu konularda yazılmış bilimsel kitapları da okumaya başladım. Okuma sevdam 35 yıldır sürüyor ancak spiritüel kitaplarda “ çekim yasası “ olarak geçen yasayı en iyi kuantum fiziği açıkladığı için son on yıldır bu konulara ilgim arttı.

     Gümüşlük Meleği sizin ilk kitabınız. Ayrıca Kuantum öğretisini Türkiye’de ve belki de Dünya’da roman içinde aktaran bir ilk kitap… Kuantum öğretisini bir romanda harmanlama fikri nasıl oluştu?
      Kuantum felsefesi öylesine inandığım bir öğreti ki; ne yazarsam yazayım bu inancımın izlerini taşıyacağını bildiğim için rastgele bir roman yazmaktan ziyade içine bu öğretileri serpiştirebileceğim bir roman yazmak istedim. Piyasada bu konularda yazılmış kitap çok. Bu nedenle insanların daha rahat okuması ve kuantumun aslında hayatımızla çok iç içe bir felsefe olduğunu anlayabilmesi için bu öğretiyi bir roman şeklinde kurguladım.

   Kitabınızın ismi gibi konusu da Gümüşlük’te başlayıp bitiyor. İlginçtir ki ben de Gümüşlük’lüyüm. Halikarnas Balıkçısının ünlü bir sözü vardır, “Akıllarını hep Bodrum’da bırakıp gittiler.” Bence Gümüşlük’e gelen her kişi de ruhunun mutlaka bir parçasını bırakıp gidiyor. Değil mi?
       Gümüşlük’e ilk gittiğimde çocuktum. O tablo gibi güzel görüntü, görür görmez ruhuma kaydoldu ve bir daha silinmedi. Ne zaman huzur dolu bir ortam hayal etsem aklıma o görüntü geldi. Halikarnas Balıkçının cümlesine ekleyebileceğim tek bir cümle daha var. Ben yüreğimi de Bodrum’da bırakıp gittim.

     Gümüşlük Meleği isimli kitabınızı yazmaya başlarken kurguyu önceden mi belirlediniz? Yoksa bütün olay örgüsü siz yazdıkça mı gelişti?
     Annemin amcası yani büyük amcam Bodrum’un ilk doktorlarındandı. Dr Alim Ekinci, Bodrum yerli halkının da yakından tanıdığı ve çok sevdiği bir insandı. Çocukluğumun yazları onun yanında geçti. Onun hastalarına olan ilgisi, sevgisi beni derinden etkiledi. Bunun yanı sıra çok kitap okur, o dönemde orada yaşayan sanatçılarla yakın görüşür, onlarla derin sohbetler yapardı. Kitap, müzik, tasavvuf konulu bu sohbetlerin bazılarına şahit oldum. O zamanlar çocuk aklımla amcam bana bir melek gibi görünürdü. Büyük, küçük insanlardan sevgisini esirgemeyen ve ihtiyacı olan herkese koşan bu melek, yıllar sonra “Gümüşlük Meleği “ adlı ilk romanımın esin kaynağı oldu. Kurgu önceden kafamda belliydi. Sadece sonu yani hikâyeyi nasıl bitireceğim bir gün önce şekillendi. Gümüşlük’teki imza günümde bir caddeye amcamın adını verdiklerini öğrendim. Bu benim için ayrı bir gurur ve sevinç kaynağı oldu.


       On parmağınızda on marifet saklı. Çeşitli yerlerde ortak ve kişisel resim sergileri de açtınız. Resim yapmaya ne zaman başladınız?
      İlkokulda yazmayı öğrendiğim ilk günlerde defterlerime resim çizdiğim için öğretmenimin anneme şikâyet ettiğini hatırlıyorum. Büyüdükçe bu tutkum daha da arttı. Ortaokul ve lisede katıldığım resim yarışmalarında ödüller aldım. Bir yandan da karikatür çiziyordum. Yeni yetiştiğim dönemlerde Gırgır dergisine karikatürlerimi gönderdiğimi hatırlıyorum. Daha sonra eğitim alarak yağlı boya tablolar yapmaya başladım. Sonraları yazma tutkum ağır bastı. Renklerden çok kelimelerle oynamayı daha çok sevdiğimi fark ettim. Bugün itibariyle zihnimi dinlendirmek istediğim zamanlarda hâlâ resim yapıyorum. Beni dinlendiriyor.


     Kitaplarınızda en beğendiğiniz ya da beğenmediğiniz yerler var mı?
     İnsanın ilk romanı ilk çocuğu ilk göz ağrısı gibi... Sinema sanatçılarının yıllar sonra ilk filmlerini çok beğenmemeleri gibi ben de ilk romanımda acemice yazılmış cümlelere, fazlalık ya da eksikliklere rastlıyorum. Buna rağmen o haliyle bile beğeniyorum. O zamandan bu yana kat ettiğim yolu edindiğim tecrübeleri gösteriyor bana. Ve onların hepsi Ben’im…


     Kelimeleriniz ne zaman, nerede kalemin kâğıtta raks etmesini sağlıyor?
     Her zaman yazma ruhunda olamıyorum. Yazmak zorlamaya gelmiyor. Ara vermeden, kesintisiz, blok çalışmayı seven biriyim. O gün için yapılacak küçük bir işim bile olsa bu düşünce beni yazının başına oturtmuyor. Konsantre olmamı engelliyor. O nedenle gece sessiz ve kimsenin rahatsız etmeyeceği zamanlarda yazmak hoşuma gidiyor. Ruhumla baş başa kaldığımı hissettiğim bu zamanlarda yazmak için kendimi zorlamam da gerekmiyor. Kendimi rahat bıraktığımda, kelimeler de rahat ve çabuk çıkıyorlar gizlendikleri yerden.


     Okumayı sevdiğiniz Türk ve Dünya yazarları kimlerdir?
     O kadar çok var ki kimi söylesem diğerlerine haksızlık ediyormuşum gibi geliyor. Ancak Türk yazarlardan İnci Aral, Buket Uzuner, Adalet Ağaoğlu, Nazım Hikmet, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Peyami Safa, Kürşat Başar, Murathan Mungan, Orhan Pamuk özellikle sevdiğim kalemler. Dünya yazarlarından ise Albert Camus, Edgar Allan Poe, Sartre, Hemingway, Dostoyevski, Cronin, Shakespeare, Çehov, Steinbeck, Paulo Coelho, Susanna Tamaro özellikle sevdiğim yazarlar.

     Yakın tarihte adını duyup okuduğunuz yazarlar kimlerdir?
     Bu aralar Fransız yazar Jean –Christophe Grange ‘nin kitapları ilgimi çekiyor. Çok zekice kurgulanmış, beni son dakikaya kadar merak ve gerilimde tutan romanlarını okumaktan büyük keyif alıyorum.

     Benim bir de yemek kültür bloğum var. Yemek yapmak ve yemek yemek ile aranız nasıl?
      Açık söylemem gerekirse yemek yapmaya çok zaman ayırmıyorum. Buna rağmen bazen mutfağa girip saatlerce farklı yemekler yapmanın çok hoşuma gittiğini ve beni dinlendirdiğini söyleyebilirim. Özellikle dostlarımı yemeğe davet ettiğim zamanlar onlar için mutfağa girip güzel yemekler yapmayı seviyorum. Bana verilen tariflerle biraz oynayıp kendi damak zevkime uygun yeni ve farklı tatlar yaratmayı seviyorum. En sevdiğiniz yemek hangisidir? Farklı yörelere ve kültürlere ait yemekleri sever misiniz? Et yemekleri ile çok aram yok. Balığı ve Ege yöresinin zeytinyağlı yemeklerinin hemen hepsini çok seviyorum.


     Yemek yapmak yazı yazmak… İçinizde hangi duyguların esmesine neden oluyor?
     Her ikisi de insanın kendisini en güzel şekilde ifade etmesi. Yazarken de yemek yaparken de kendinizle baş başa kalıp ruhunuzun sesini dinliyor ve en güzel yaratımlarınızı ortaya koyuyorsunuz. Büyük bir keyif ve coşku ile…


     Sevdiklerinize özel günlerde yaptığınız bir yemek tarifini bizimle paylaşır mısınız?
     Elbette…  Özellikle tavuk etini seven arkadaşlarım için fırında kaşarlı tavuk tarifini verebilirim.

     Bu yemek için gerekli malzemeler ; (dört- beş kişilik bir yemek için ) 10 adet tavuk pirzola 3 orta boy patates 3 adet domates 4 adet sivri yeşilbiber 1 çay bardağı sıvı yağ 1,5 yemek kaşığı salça 1 su bardağı rendelenmiş kaşar, tuz, kekik, pul biber, isot, karabiber

     İlkönce büyük bir kapta salça, sıvı yağ ve baharatları karıştırarak sosunu hazırlayalım. Sonra bu kabın içine yuvarlak dilimler halinde kestiğimiz patatesleri ve pirzola tavukları koyalım. Hepsini karıştırarak güzelce harmanladıktan sonra fırın tepsisine ilk önce patatesleri dizelim. Üzerine tavukları yerleştirelim. Onun üzerine de yine yuvarlak dilimler halinde kestiğimiz domatesleri ve aralarına da yeşilbiberlerimizi yerleştirelim.

     En son üzerine hazırladığımız sosun kalanını dökelim. 170 derece fırına verelim. Yaklaşık 45 dk gibi bir zamanda pişiyor. Yemeğin pişmesine 5 dk kala fırından çıkartıp üzerine rendelenmiş kaşarı yayalım ve tekrar fırına verelim. 5 dk boyunca kaşar hafif kızarıp yayılana kadar pişirmeye devam edelim. Tavuğu tek başına yemeyi sevmeyenler için çok lezzetli ve güzel bir yemek oluyor.


       Yazmak isteyenlere nasıl tavsiyelerde bulunursunuz?
      Yazmak uzun soluklu bir uğraş. Biraz yetenek gerektirdiği doğru ancak artan bilgi ve birikim doğrultusunda zamanla daha iyi yazılıyor. Yazmayı sevenler iyi yazamadıklarını düşünüp vazgeçmesinler hemen. Başkaları ile kendilerini çok kıyaslamasınlar. Daha iyi yazanlara, kendi motivasyonları açısından sadece itici bir güç olarak baksınlar. Toplum hafızası denen bir olgu var. İnsanlar iyiyi biliyor, ayırt ediyor. Sadece yazacaklarına, üretecekleri yeni hikâyelere odaklansınlar.

     Küçücük bir derenin dağların arasından kıvrıla kıvrıla yolunu bulup denize akması gibi zaman içinde kendi yazdıklarının da bütüne ulaşacağından emin olsunlar. Bu işten para kazanıp hemen ünlü olacaklarını düşünerek yola çıkmasınlar. Yazmak insanın kendini en güzel ifade etme biçimlerinden biri. Elbette okur tarafından beğenilmek, takdir edilmek çok güzel bir duygu ancak ilkönce kendileri için yazsınlar. Yazdıkları ilk önce kendilerini tatmin etsin.

     Her işte olduğu gibi bu alanda da bazı zorluklar var. Yayınevleri, yeni bir yazarın kitabını basmaya yanaşmıyor maalesef. Bu yüzden bu işi parayla yapan yayınevleri çoğaldı ve maalesef bu konuda çok ciddi suiistimaller var. Eserlerini bastırmak için acele etmesinler. Ciddi bir araştırma yapmadan önlerine konan sözleşmeyi imzalamasınlar. Kendilerine ait bir eser, durduğu yerde değerinden kaybetmez. Her şeyden önce kendilerine ve yaptıklarına inansınlar. Kendileri inanmazsa hiç kimse yazar olduklarına inanmaz.


     Röportajı yapan siz olsaydınız, kendinize sorulmamış hangi soruyu sorardınız? Cevabınız ne olurdu?
      Kendime; Neden yazıyorsun? sorusunu sorardım. Cevabını da; “ sevdiğim ve kendimi en iyi yazarak ifade edebildiğim için” olarak verirdim…

     Röportaj teklifimi kabul edip içtenlikle cevapladığınız için teşekkür ederim.

     Bana böyle bir fırsatı verdiğiniz için ben teşekkür ederim.

     Lale Bollukcu


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder