2 Ağustos 2016 Salı

Handan Gökçek: Bazen susmak için yazılır, bazen haykırmak, bazen kendine dokunmak bazen de elinin eremeyeceği yerlere uzanmak…






     Öncelikle sizinle söyleşi yapma fırsatı verdiğiniz için teşekkürler.
     Handan Gökçek kimdir? Bize kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz?
     Handan Gökçek dışarıdaki kalabalığın içinden biri yalnızca... Kendime dışarıdan bakınca gördüğüm minik bir nokta... Yazmayı ve okumayı bir yaşam şekli haline getirmiş biriyim diyebilirim. Edebiyat adına şimdiye kadar neler yaptım kısaca bahsedeyim:
Öykü
Düş Hırsızı” 2002 Kum Yayınları
Sır Dökümü” 2008 Ara Yayınları


Roman
Ah Mana Mu 1. Baskı: 2010 Pupa Yayınları
                        2. Baskı: 2011 Pupa Yayınları
                        3. Baskı 2016 Yakın Kitabevi Yayınları
Elenika            1. Baskı 2014 Yakın Kitabevi Yayınları


Çocuk Kitapları
Gökyüzü Perileri Ve Yeryüzü Çocukları 1. Baskı 2012 Yakın Kitabevi Yayınları
                                                                  2. Baskı 2013 Yakın Kitabevi Yayınları
Piri Reis 2012 Çizmeli Kedi Yayınları
Minik Yağmur Damlasının Maceraları 2015 Yakın Kitabevi Yayınları

Tiyatro Oyunu

BEBEK-ler: 2011 Yönetmen:  Tolga Yeter Atölye Karnaval

Gazete Köşe Yazıları

Egeli Haber
Kamuoyu
Egede Son Söz

     Ne zaman öykü ve roman yazıp yazar olacağım dediniz? 
     Yazar olma düşüncem hiç olmadı diyebilirim, hala da kendime bu sıfatı yakıştırıyor değilim. Öğrenecek çok şey var, yazılacak çok şey... Yazmak benim hayatımda hep vardı, önce günlüklerle sonra şiirle ve ardından öykü, roman, tiyatro oyunu, senaryo geldi...    

     İlk yazınızın çıkış hikâyesi nasıl oluştu?
     Lise yıllarında ilk hikâyemi yazdım. Tom Sawyer hayranıydım ve onun gibi bir karakter yaratmak istemiştim...

     Kitaplarınızı yazmaya başlamadan önce bir toplumsal mesaj düşüncesi ile mi başlarsınız yoksa bu yazarken şekillenebilecek bir durum mudur?
     Doğmak tesadüflere bağlıdır, başkalarının koyduğu bir isim altında yaşam sürer. Yazmak kendini kanıtladığı anda önce haritadaki sınırlar silinir, sonra diller ve en son dinler. Geriye kalana bakılır “İNSAN” o insanın gözlerinden görülür dünya,  aşk, savaş, barış, ayrılık ve insani olan her duygu… Bazen susmak için yazılır, bazen haykırmak, bazen kendine dokunmak bazen de elinin eremeyeceği yerlere uzanmak…

     Arka sokaklar keşfedilir, içsel sokaklar. Yük ve yoldur yazmak... Çoğu zaman bir metnin sonuna koyulan o son noktanın hazzıdır. Dolayısıyla bir mesaj vermek için yazmıyorum, her şeyden önce kendim için yazıyorum, kendimle konuşuyorum... Yazmak son derece kişisel bir eylemdir. Bu her yazar için değişir. Yazmanın çıkış noktası “Mesele”dir. Anlatmak istediğiniz bir şey vardır, söylemek istediğiniz bir söz. Bu bazen öykü olarak düşer içinize bazen de roman. Aslında her metin kendi türünü kendi belirliyor diyebilirim. Ben illaki roman, öykü ya da oyun yazacağım diye başlamıyorum. İlk cümleden sonra biliyorum hangi türde yazacağımı.


     Kitabınızı yazmaya başlarken kurguyu önceden mi belirlersiniz? Yoksa bütün olay örgüsü siz yazdıkça mı gelişir?
     Bu çok değişken bir durum… Bazen her şey kafamda olup biter, konuyu içselleştiririm... Bazen de ilk cümleyle gelir bütün kurgu, aklımda ne varsa, içimden nasıl geldiyse yazarım. Ama asıl iş yazmakta olduğum metni bitirdiğimde başlar, kurgu detayları, karakter motivasyonları, zaman algısı, karakter mekân ilişkisi, akış, karakter diyalog diyalektiği vs...  Bütün bu başlıklar altında yazdığım metin üzerinde uzun zaman çalışırım.

     Yazmak sizin için hayat boyu sürecek bir serüven mi yoksa yazmayı bırakmayı düşündüğünüz bir zaman var mı?
    Dünya döndükçe, zaman geçtikçe yaşam daha bir hızlı akıyor. Yaşam hızlandıkça biz insanlar görme yetimizi kaybediyoruz, bakmayı unutuyoruz. Yazmak bu hızı yavaşlatan, görmeyi derinleştiren, bakmayı hatırlatan bir öğe… Hayatın tam içinde değil ama dışında asla değil. Sizin de dediğiniz gibi engelleri, yasakları ve sınırları tamamen olmasa bile büyük oranda yazarak, yazarken yaşayarak aşabildiğimi söyleyebilirim. Eğer yazmak size kendini kanıtladıysa ve bir yaşam şekli haline dönüştüyse isteseniz de bırakamazsınız. Ben de sağlığım elverdiği sürece bırakmayı düşünmüyorum...


     Yazı yazmadığınız zaman kendinizi nasıl hissediyorsunuz?   
     Hayatımda eksik bir şey var gibi hissediyorum. Hani bazen söylemeniz gereken bir söz vardır da söyleyemezsiniz, içinizde kalır ya aynen öyle... Müthiş bir ağırlık yazamamak... Elbette zaman zaman benim de tıkandığım yazamadığım zamanlar oluyor. Öyle zamanlarda başka alanlarla ilgileniyorum... Sanatın her dalıyla ilgilenmeyi seviyorum. İyi bir müzik arşivim var, resim sergilerini dolaşmayı da severim. Fotoğraf sanatıyla bir süre ilgilenmiştim. Sinema, hayatımda çok özel yeri olan bir dal, elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum. Yazarken nasıl beş duyumu kullanarak yazmaya çalışıyorsam, aynı ölçüde diğer sanat dallarını da yazımı beslemek için kullanmaya çalışıyorum. Ve yazamadığım zamanlar bu anlamda beslenmeye çalışmakla geçiyor...

     Çeşitli okullara giderek edebiyat üzerine söyleşiler de yapıyorsunuz. Gençlerin edebiyata karşı ilgisi nasıl? Ne gibi farklı sorularla karşılaştınız?
     Çok ilgili gençler var, çok iyi kitaplar okuyorlar, çok iyi sorular soruyorlar, ama bunun tam tersi olanlar da var. Bu noktada ebeveyn ve öğretmenlerin yönlendirmeleri çok önemli... "Ayda kaç para kazanıyorsunuz?" diye soran öğrenci de var... "Bize hangi kitapları önerirsiniz?" diye soranda... Tabii bir de popüler kültürün dayattığı kitaplara bağımlı bir gençlik de var... Bunun üzerine çok uzun konuşabilirim...
.
     Elenika ve Ah Mana Mu bir dönemi anlatan romanlar. Bu kitapları yazarken nasıl bir hazırlık serüveni yaşadınız?
     Bilgiye hâkim olmak çok önemli. Her iki romanda da hikâyenin geçtiği dönemi araştırdığım uzun bir süreç yaşadım... Örneğin Ah Mana Mu 1925 nüfus mübadelesi döneminde geçen bir hikaye... O yılların Türkiye'sini ve Yunanistan'ını iyi bilmem gerekiyordu. Siyaset, geçim kaynakları, ülkenin o dönemindeki mimari yapısı, giyim kuşamı, güncel yaşamı, ekonomik yapısı... O döneme ait romanların neyi nasıl anlattığı... Bütün bu araştırmalar ve uzun okumalardan sonra kendi hikâyemi yazmaya başlayabildim. Elenika'da ise 6-7 Eylül olayları esnasında bir kantocu kadının yaşamını anlattım. Bunun için Kantonun çıkışı, eski kantocuların yaşamı, 6-7 Eylül olaylarının nasıl başladığı ve neden başladığı gibi bilgilere ihtiyaç duydum...

     Kelimeler nerede, ne zaman kalemin kâğıtta raks etmesini sağlıyor?
   Kelimelerin yeri ve zamanı olmuyor... Gece yazmayı seviyorum, ama gündüz hiç olmadık bir saatte de çalışabiliyorum... Yazmak için çok özel şartlara ve sessizliğe ihtiyaç duymuyorum. Müziksiz yazamam örneğin, illaki kulağımda bir ezgi olmalı...

     Aklınıza gelen fikirleri not alır mısınız?
     Evet, not defterim ve kalemim her zaman yanımdadır.

   Hem büyüklere hem de çocuklara yönelik kitaplar yazmaktasınız. Hangisi daha keyif verici?    
     Çocuk yazınına yönelişim aslında bir tesadüf. Çocuklarıma ve yeğenime anlattığım masallar vardı. Bunları yazıp yeğenime hitaben bir kitap yapmak istedim. “Gökyüzü Perileri ve Yeryüzü Çocukları” nı yazarken de fark ettim ki çocukların dünyasında dolaşmak, onları geleceğin dünyasına hazırlamak çok özel bir duygu. Bana keyif vermeyen bir çalışmanın içinde olmak istemem, o yüzden hepsinin ayrı bir keyfi ve hazzı var...

     Çocuklara öyküler yazarken nasıl bir yol izliyorsunuz?    
  Bir çocuk kitabı hazırlarken en büyük amacım önce onları eğlendirmek eğlendirirken de farkındalıklarını geliştirmek…

     İnsanların çoğu ‘hayatımı yazsam roman olur’ diye söyler. Sizce herkes kitap yazabilir mi? Yazmak bir yetenek midir?
   Yazmak son derece kişisel bir eylemdir. Bu her yazar için değişir. Yazmanın çıkış noktası “Mesele”dir. Anlatmak istediğiniz bir şey vardır, söylemek istediğiniz bir söz. Bu bazen öykü olarak düşer içinize bazen de roman. Elbette herkes bir şeyler yazabilir ama yazılanların hangisine edebi eser diyebiliriz bu tartışılır... Yaratı yeteneği her insanda olan bir yeti bana göre... Bazen müzik, bazen, resim, tiyatro, sinema, el sanatları, heykel vs... Bunların yüzde yirmisi yetenek ise, yüzde sekseni çalışmadır... Önemli olan hangi alanda ilginiz var onu keşfetmek gerek...

     Okumayı sevdiğiniz Türk ve Dünya yazarları kimlerdir?
     Hasan Ali Toptaş, Leyla Erbil, Oya Baydar, Aslı Erdoğan, Vedat Türkali, Oğuz Atay, Haruki Murakami, Ursula Le Guin, George Orwell, Bertolt Brecht, Samuel Becktet
    
     Yakın tarihte adını duyup okuduğunuz yazarlar kimlerdir?
     Jean, Giono, Antoni Casas Ros, Bade Osma Erbayav, Jean, Telue
     Biliyorsunuz benim bir de yemek kültür bloğum var. En sevdiğiniz yemek hangisidir?
     Daha çok sebze yemekleri severim, özellikle Egeli olduğumuz için ot kültürü iyidir. Patlıcan ve barbunyanın her türlüsünü severim...

     Farklı kültürlere ait yemekleri sever misiniz?
      Bizim ailemizde Rum, Arnavut ve Türk kültürü bir arada olduğu için yemek kültürümüzde epey renklidir. Elbette bilmediğim tatları denemeyi çok severim...

     Yemek yapmak, yazı yazmak… Size nasıl duygular veriyor?
     Her ikisinden de büyük haz alıyorum. Mutfağı severim, farklı tatlar denemeyi severim... Yazıda da farklı türler denemeyi seviyorum... Her ikisi de bana kendimi iyi hissettiriyor...
    
     Sevdiklerinize özel günlerde yaptığınız bir yemek tarifini bizimle paylaşır mısınız?
     Ben dolmayı fırında yaparım ve genelde misafirlerimi ağırlarken bu tarifi kullanırım…

Fırında Zeytinyağlı Biber Dolması İçin Malzemeler

 1 kg taze dolmalık biber
1 su bardağı dolusu baldo pirinç
2 baş kuru soğan
2 adet domates
2 çorba kaşığı zeytinyağı
2-3 diş sarımsak
Maydanoz, taze nane
Tuz, karabiber, kırmızıbiber, az acı biber
1 tatlı kaşığı biber salçası
1 çimdik toz şeker
Üzeri için domates dilimleri

     Dolmalık biberlerimizin sap kısımlarını alalım. Yıkayalım süzülsünler. İçlerine biraz tuz sepeleyelim.
     Pişirme tavamıza zeytinyağını alalım ve kuru soğanı robotta iri çekip yağda soteleyelim. Ayıkladığımız yıkayıp süzdüğümüz pirinçleri de ilave edip bir süre çevirelim. Kabukları soyulmuş ve küçük doğranmış domatesi, sarımsağı, az biber salçamızı ve baharatlarımızı da karıştırıp bir çay bardağı su ilave ederek bir taşım kaynatalım. Domates olduğu için zeytinyağlı yemeklere bir çimdik toz şeker ilave etmeyi unutmayalım. Taze nane kıyıp karıştıralım. İsteğe bağlı maydanoz ilave edelim.
     Biberlerimizin içini dolduralım. Domatesi kapak yapabileceğimiz şekilde doğrayalım Zeytinyağlı Biber Dolmalarımızın üzerine kapatalım.
     Pişirme: Fırın tepsimize biberlerimizi dizelim. Biberlerin alt kısmına bir kahvaltı çatalı batırıp delik yapalım ki biberler alttan suyunu daha rahat alsın ve içini çekerek pişsin. Fırınımızı önce 180 derecede ısıtıyoruz ve içerisine kalan biber salçamızı 1 çay bardağı ılık su ile sulandırarak döküyoruz. Üzerine parlaması için az zeytinyağı döküyoruz.
     Tepsimizi 2. rafa sürüyoruz dolmalarımız yavaş yavaş pişmeye başlıyor 30 dk sonra artık üst rafa alıp kızarması için fırın derecemizi de yükseltiyoruz.
    Üzerleri kızarınca pişmesini kontrol edip fırınımızı kapatıyoruz.


        
     Günümüzün gençliğine üç tavsiye verecek olsanız bunlar ne olurdu?
     Mutlaka sanatın veya sporun bir dalı ile ilgilensinler
     Çok okusunlar
     Ve hayatta hep bir hedefleri olsun...    

      
        Değerli vaktinizi ayırıp sorularıma içtenlikle cevap verdiğiniz için tekrar teşekkür ederim.


        Lale BOLLUKCU

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder