Öncelikle sizinle
söyleşi yapma fırsatı verdiğiniz için teşekkürler.
Handan Gökçek
kimdir? Bize kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz?
Handan Gökçek dışarıdaki kalabalığın içinden biri yalnızca... Kendime
dışarıdan bakınca gördüğüm minik bir nokta... Yazmayı ve okumayı bir yaşam
şekli haline getirmiş biriyim diyebilirim. Edebiyat adına şimdiye kadar neler
yaptım kısaca bahsedeyim:
Öykü
Düş Hırsızı” 2002 Kum Yayınları
Sır Dökümü” 2008 Ara Yayınları
Roman
Ah Mana Mu 1. Baskı: 2010 Pupa
Yayınları
2.
Baskı: 2011 Pupa Yayınları
3.
Baskı 2016 Yakın Kitabevi Yayınları
Elenika 1. Baskı 2014 Yakın Kitabevi
Yayınları
Çocuk
Kitapları
Gökyüzü Perileri Ve Yeryüzü
Çocukları 1. Baskı 2012 Yakın Kitabevi Yayınları
2. Baskı 2013 Yakın Kitabevi Yayınları
Piri Reis 2012 Çizmeli Kedi
Yayınları
Minik Yağmur Damlasının Maceraları
2015 Yakın Kitabevi Yayınları
Tiyatro
Oyunu
BEBEK-ler: 2011 Yönetmen: Tolga Yeter Atölye Karnaval
Gazete
Köşe Yazıları
Egeli Haber
Kamuoyu
Egede Son Söz
Ne zaman öykü ve
roman yazıp yazar olacağım dediniz?
Yazar olma düşüncem hiç olmadı
diyebilirim, hala da kendime bu sıfatı yakıştırıyor değilim. Öğrenecek çok şey
var, yazılacak çok şey... Yazmak benim hayatımda hep vardı, önce günlüklerle
sonra şiirle ve ardından öykü, roman, tiyatro oyunu, senaryo geldi...
İlk yazınızın
çıkış hikâyesi nasıl oluştu?
Lise yıllarında ilk hikâyemi yazdım. Tom
Sawyer hayranıydım ve onun gibi bir karakter yaratmak istemiştim...
Kitaplarınızı yazmaya
başlamadan önce bir toplumsal mesaj düşüncesi ile mi başlarsınız yoksa bu
yazarken şekillenebilecek bir durum mudur?
Doğmak
tesadüflere bağlıdır, başkalarının koyduğu bir isim altında yaşam sürer. Yazmak
kendini kanıtladığı anda önce haritadaki sınırlar silinir, sonra diller ve en
son dinler. Geriye kalana bakılır “İNSAN” o insanın gözlerinden görülür
dünya, aşk, savaş, barış, ayrılık ve
insani olan her duygu… Bazen susmak için yazılır, bazen haykırmak, bazen
kendine dokunmak bazen de elinin eremeyeceği yerlere uzanmak…
Arka sokaklar
keşfedilir, içsel sokaklar. Yük ve yoldur yazmak... Çoğu zaman bir metnin
sonuna koyulan o son noktanın hazzıdır. Dolayısıyla bir mesaj vermek için
yazmıyorum, her şeyden önce kendim için yazıyorum, kendimle konuşuyorum... Yazmak son derece kişisel bir eylemdir. Bu her yazar
için değişir. Yazmanın çıkış noktası “Mesele”dir. Anlatmak istediğiniz bir şey
vardır, söylemek istediğiniz bir söz. Bu bazen öykü olarak düşer içinize bazen
de roman. Aslında her metin kendi türünü kendi belirliyor diyebilirim. Ben
illaki roman, öykü ya da oyun yazacağım diye başlamıyorum. İlk cümleden sonra
biliyorum hangi türde yazacağımı.
Kitabınızı
yazmaya başlarken kurguyu önceden mi belirlersiniz? Yoksa bütün olay örgüsü siz
yazdıkça mı gelişir?
Bu çok değişken bir durum… Bazen her şey
kafamda olup biter, konuyu içselleştiririm... Bazen de ilk cümleyle gelir bütün
kurgu, aklımda ne varsa, içimden nasıl geldiyse yazarım. Ama asıl iş yazmakta
olduğum metni bitirdiğimde başlar, kurgu detayları, karakter motivasyonları,
zaman algısı, karakter mekân ilişkisi, akış, karakter diyalog diyalektiği
vs... Bütün bu başlıklar altında
yazdığım metin üzerinde uzun zaman çalışırım.
Yazmak sizin için
hayat boyu sürecek bir serüven mi yoksa yazmayı bırakmayı düşündüğünüz bir
zaman var mı?
Dünya döndükçe, zaman geçtikçe yaşam daha
bir hızlı akıyor. Yaşam hızlandıkça biz insanlar görme yetimizi kaybediyoruz,
bakmayı unutuyoruz. Yazmak bu hızı yavaşlatan, görmeyi derinleştiren, bakmayı
hatırlatan bir öğe… Hayatın tam içinde değil ama dışında asla değil. Sizin de
dediğiniz gibi engelleri, yasakları ve sınırları tamamen olmasa bile büyük
oranda yazarak, yazarken yaşayarak aşabildiğimi söyleyebilirim. Eğer yazmak
size kendini kanıtladıysa ve bir yaşam şekli haline dönüştüyse isteseniz de
bırakamazsınız. Ben de sağlığım elverdiği sürece bırakmayı düşünmüyorum...
Yazı yazmadığınız
zaman kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
Hayatımda eksik bir şey var gibi
hissediyorum. Hani bazen söylemeniz gereken bir söz vardır da söyleyemezsiniz,
içinizde kalır ya aynen öyle... Müthiş bir ağırlık yazamamak... Elbette zaman
zaman benim de tıkandığım yazamadığım zamanlar oluyor. Öyle zamanlarda başka
alanlarla ilgileniyorum... Sanatın her dalıyla ilgilenmeyi seviyorum. İyi bir
müzik arşivim var, resim sergilerini dolaşmayı da severim. Fotoğraf sanatıyla
bir süre ilgilenmiştim. Sinema, hayatımda çok özel yeri olan bir dal, elimden
geldiğince takip etmeye çalışıyorum. Yazarken nasıl beş duyumu kullanarak
yazmaya çalışıyorsam, aynı ölçüde diğer sanat dallarını da yazımı beslemek için
kullanmaya çalışıyorum. Ve yazamadığım zamanlar bu anlamda beslenmeye
çalışmakla geçiyor...
Çeşitli okullara
giderek edebiyat üzerine söyleşiler de yapıyorsunuz. Gençlerin edebiyata karşı
ilgisi nasıl? Ne gibi farklı sorularla karşılaştınız?
Çok ilgili gençler var, çok iyi kitaplar
okuyorlar, çok iyi sorular soruyorlar, ama bunun tam tersi olanlar da var. Bu noktada
ebeveyn ve öğretmenlerin yönlendirmeleri çok önemli... "Ayda kaç para
kazanıyorsunuz?" diye soran öğrenci de var... "Bize hangi kitapları
önerirsiniz?" diye soranda... Tabii bir de popüler kültürün dayattığı
kitaplara bağımlı bir gençlik de var... Bunun üzerine çok uzun konuşabilirim...
.
Elenika ve Ah
Mana Mu bir dönemi anlatan romanlar. Bu kitapları yazarken nasıl bir hazırlık
serüveni yaşadınız?
Bilgiye hâkim olmak çok önemli. Her iki
romanda da hikâyenin geçtiği dönemi araştırdığım uzun bir süreç yaşadım... Örneğin
Ah Mana Mu 1925 nüfus mübadelesi döneminde geçen bir hikaye... O yılların
Türkiye'sini ve Yunanistan'ını iyi bilmem gerekiyordu. Siyaset, geçim
kaynakları, ülkenin o dönemindeki mimari yapısı, giyim kuşamı, güncel yaşamı, ekonomik
yapısı... O döneme ait romanların neyi nasıl anlattığı... Bütün bu araştırmalar
ve uzun okumalardan sonra kendi hikâyemi yazmaya başlayabildim. Elenika'da ise
6-7 Eylül olayları esnasında bir kantocu kadının yaşamını anlattım. Bunun için
Kantonun çıkışı, eski kantocuların yaşamı, 6-7 Eylül olaylarının nasıl
başladığı ve neden başladığı gibi bilgilere ihtiyaç duydum...
Kelimeler nerede,
ne zaman kalemin kâğıtta raks etmesini sağlıyor?
Kelimelerin yeri ve zamanı olmuyor... Gece
yazmayı seviyorum, ama gündüz hiç olmadık bir saatte de çalışabiliyorum...
Yazmak için çok özel şartlara ve sessizliğe ihtiyaç duymuyorum. Müziksiz
yazamam örneğin, illaki kulağımda bir ezgi olmalı...
Aklınıza
gelen fikirleri not alır mısınız?
Evet, not defterim ve kalemim her zaman
yanımdadır.
Hem
büyüklere hem de çocuklara yönelik kitaplar yazmaktasınız. Hangisi daha keyif
verici?
Çocuk yazınına yönelişim aslında bir tesadüf. Çocuklarıma ve yeğenime
anlattığım masallar vardı. Bunları yazıp yeğenime hitaben bir kitap yapmak
istedim. “Gökyüzü Perileri ve Yeryüzü Çocukları” nı yazarken de fark ettim ki
çocukların dünyasında dolaşmak, onları geleceğin dünyasına hazırlamak çok özel
bir duygu. Bana keyif vermeyen bir çalışmanın içinde olmak istemem, o yüzden
hepsinin ayrı bir keyfi ve hazzı var...
Çocuklara öyküler
yazarken nasıl bir yol izliyorsunuz?
Bir çocuk kitabı hazırlarken en büyük
amacım önce onları eğlendirmek eğlendirirken de farkındalıklarını geliştirmek…
İnsanların çoğu
‘hayatımı yazsam roman olur’ diye söyler. Sizce herkes kitap yazabilir mi? Yazmak
bir yetenek midir?
Yazmak son derece kişisel
bir eylemdir. Bu her yazar için değişir. Yazmanın çıkış noktası “Mesele”dir.
Anlatmak istediğiniz bir şey vardır, söylemek istediğiniz bir söz. Bu bazen
öykü olarak düşer içinize bazen de roman. Elbette herkes bir şeyler yazabilir
ama yazılanların hangisine edebi eser diyebiliriz bu tartışılır... Yaratı
yeteneği her insanda olan bir yeti bana göre... Bazen müzik, bazen, resim,
tiyatro, sinema, el sanatları, heykel vs... Bunların yüzde yirmisi yetenek ise,
yüzde sekseni çalışmadır... Önemli olan hangi alanda ilginiz var onu keşfetmek
gerek...
Okumayı
sevdiğiniz Türk ve Dünya yazarları kimlerdir?
Hasan Ali Toptaş, Leyla Erbil, Oya Baydar,
Aslı Erdoğan, Vedat Türkali, Oğuz Atay, Haruki Murakami, Ursula Le Guin, George
Orwell, Bertolt Brecht, Samuel Becktet
Yakın tarihte
adını duyup okuduğunuz yazarlar kimlerdir?
Jean, Giono, Antoni Casas Ros, Bade Osma
Erbayav, Jean, Telue
Biliyorsunuz
benim bir de yemek kültür bloğum var. En sevdiğiniz yemek hangisidir?
Daha çok sebze yemekleri severim,
özellikle Egeli olduğumuz için ot kültürü iyidir. Patlıcan ve barbunyanın her
türlüsünü severim...
Farklı kültürlere
ait yemekleri sever misiniz?
Bizim ailemizde Rum, Arnavut ve Türk
kültürü bir arada olduğu için yemek kültürümüzde epey renklidir. Elbette
bilmediğim tatları denemeyi çok severim...
Yemek yapmak,
yazı yazmak… Size nasıl duygular veriyor?
Her ikisinden de büyük haz alıyorum.
Mutfağı severim, farklı tatlar denemeyi severim... Yazıda da farklı türler
denemeyi seviyorum... Her ikisi de bana kendimi iyi hissettiriyor...
Sevdiklerinize
özel günlerde yaptığınız bir yemek tarifini bizimle paylaşır mısınız?
Ben dolmayı fırında yaparım ve genelde
misafirlerimi ağırlarken bu tarifi kullanırım…
Fırında
Zeytinyağlı Biber Dolması İçin Malzemeler
1 kg taze dolmalık biber
1 su
bardağı dolusu baldo pirinç
2 baş kuru
soğan
2 adet
domates
2 çorba
kaşığı zeytinyağı
2-3 diş
sarımsak
Maydanoz,
taze nane
Tuz,
karabiber, kırmızıbiber, az acı biber
1 tatlı
kaşığı biber salçası
1 çimdik
toz şeker
Üzeri için
domates dilimleri
Dolmalık biberlerimizin sap kısımlarını
alalım. Yıkayalım süzülsünler. İçlerine biraz tuz sepeleyelim.
Pişirme tavamıza zeytinyağını alalım ve kuru
soğanı robotta iri çekip yağda soteleyelim. Ayıkladığımız yıkayıp süzdüğümüz
pirinçleri de ilave edip bir süre çevirelim. Kabukları soyulmuş ve küçük
doğranmış domatesi, sarımsağı, az biber salçamızı ve baharatlarımızı da
karıştırıp bir çay bardağı su ilave ederek bir taşım kaynatalım. Domates olduğu
için zeytinyağlı yemeklere bir çimdik toz şeker ilave etmeyi unutmayalım. Taze
nane kıyıp karıştıralım. İsteğe bağlı maydanoz ilave edelim.
Biberlerimizin içini dolduralım. Domatesi
kapak yapabileceğimiz şekilde doğrayalım Zeytinyağlı Biber Dolmalarımızın
üzerine kapatalım.
Pişirme: Fırın tepsimize biberlerimizi dizelim.
Biberlerin alt kısmına bir kahvaltı çatalı batırıp delik yapalım ki biberler
alttan suyunu daha rahat alsın ve içini çekerek pişsin. Fırınımızı önce 180
derecede ısıtıyoruz ve içerisine kalan biber salçamızı 1 çay bardağı ılık su
ile sulandırarak döküyoruz. Üzerine parlaması için az zeytinyağı döküyoruz.
Tepsimizi 2. rafa sürüyoruz dolmalarımız
yavaş yavaş pişmeye başlıyor 30 dk sonra artık üst rafa alıp kızarması için fırın
derecemizi de yükseltiyoruz.
Üzerleri kızarınca pişmesini kontrol edip fırınımızı
kapatıyoruz.
Günümüzün
gençliğine üç tavsiye verecek olsanız bunlar ne olurdu?
Mutlaka sanatın veya sporun bir dalı ile
ilgilensinler
Çok okusunlar
Ve hayatta hep bir hedefleri olsun...
Değerli vaktinizi ayırıp sorularıma içtenlikle cevap verdiğiniz için
tekrar teşekkür ederim.
Lale BOLLUKCU
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder